Boğazın İncisi Muhteşem Çırağan Sarayı

Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan’a yaptırılan Çırağan Sarayı’nın yerinde, daha önceleri III. Selim’in 1800 yılların başında inşa ettirdiği, ahşap bir sahil köşkü vardı. Bu köşk yıkılarak; yerine meşhur Çırağan Sarayı yaptırılmış. Ayrıca; Çırağan Sarayı yapımı için Beşiktaş Mevlevihanesi de yıktırılmıştır. Saray mermerden olup, toplam mekân 80 bin metrekare kadar yüz ölçümüne yayılır. Saray’ın Ana binasının yanında, harem ve ağalar dairesi olarak üç bölüm vardır. Abdülaziz tahtan indirildikten bir süre sonra ailesi ile birlikte Saray’a hapsedilmiş ve bir sabah sarayda esrarengiz bir şekilde ölü bulunmuştur. V. Murat da tahtan indirildikten sonra ailesi ile birlikte 29 sene burada gözaltında tutulur. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis Binası olarak da kullanılmıştır

Site İstanbulun İncisi Çırağan Sarayı Hakkında genel bilgiler içermektedir, Siteyi Hazırlayan Bolvadin Meslek Yüksek Okulu Öğrencilerinden Jale GÜLERYÜZ'dür, tük hakları saklıdır, izinsiz kopyalanması yasak ve telif hakkı saklıdır

11 Mayıs 2011 Çarşamba

11 Mart 2011 Cuma

Çırağan Sarayı Genel Bilgi


İstanbul Boğazı'nı adeta bir inci gibi işleyen saraylarımızdan, manzara ve ihtişam olarak en şanslısı ama başına gelen akıbetler bakımından en talihsizidir Çırağan Sarayı.

Saray, Dolmabahçe’den başlayıp, Yeniköy’e kadar uzanan zincirin ortasında bin 300 metrekarelik bir boğaz şeridinde yer almaktadır. Bütün boğaza hakim ve sırtını Yıldız Koruluğu’na dayayan saray, yeşille mavinin harman olduğu noktada yer almaktadır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde sultanlara, şehzadelere, ev sahipliği yapan, birçok konukları ağırlayan, binbir olaya şahitlik eden bir tarih mekanıdır Çırağan Sarayı.
LALE DEVRİ’NDE
İSMİ KOYULDU
18. yüzyılda Sultan 3. Ahmed, Çırağan Sarayı’nın bulunduğu yere bir yalı yaptırmıştı. Lale devrinde tertiplenen “Çırağan alemleri “ dolayısıyla buraya Çırağan adı verilmişti. Çırağan, Farsça’da “kandiller’’ anlamına gelmektedir.
1730 Patrona Halil isyanından sonra uzun bir süre sahipsiz kalan yalı harap olmuştur. 1805 yılında Sultan 3. Selim yalıların hemen yanındaki Beşiktaş Mevlevihanesi’nde düzenlenen mevlevi semalarını daha iyi seyredebilmek için mevcut yalıları yıktırarak yenilerini yaptırır.
YALILARDAN SARAYA
Uzun süre kullanılan yalılar eskimeye yüz tutunca Sultan Abdülaziz 1863’te Beylerbeyi ile Dolmabahçe sarayları arasına bir saray yaptırmağa karar verir. Saray Mimarı Nigogos Balyan bir proje hazırlar. Bu projeye göre Mevlevihane ve civarında bulunan kabirler taşınacaktır. Bu amaçla Maçka’ya bir Mevlevihane yapılır ama kabirler yerinde kalır.
HİÇBİR MASRAFTAN KAÇINILMADI
Sarayın mimarisi için Mağrip ülkelerine ve İspanya’ya özel ressamlar gönderilerek yapıların mimari elemanları ve bezemeleri rölöve ettirilmiştir. Hiçbir harcamadan kaçınmayan Sultan Abdülaziz Fransa ve İtalya’dan özel ustalar getirtmiştir. Yine dünyanın dört bir yanından özellikle de İzmit bölgesinden değişik ve değerli mermerler, breş ve sedef inşaat malzemeleri getirtmiştir. 1871 yılında hizmete giren saray için 5 milyon Osmanlı altını harcanmıştır. Sultan Abdülaziz, 1876 yılına kadar sarayda oturmuş, daha sonra burayı terkederek Dolmabahçe’ye yerleşmiştir.
TARİHİ ÇIRAĞAN VAKASI
Daha sonra, akli dengesizliği yüzünden tahtta çok az bir süre kalan 5.Murad, Sultan 2. Abdülhamid tarafından Çırağan Sarayı’nda gözetim altında tutulur. 5. Murad, Ali Süavi tarafından silahlı bir eylemle buradan kurtarılarak tahta çıkarılmak istenir. Ali Süavi’nin ölümü ile sonuçlanan bu darbe, tarihimize “Çırağan veya Ali Süvavi Vak’ası’’ olarak geçmiştir. 5. Murad bu olaydan sonra 1904’e kadar 26 yıl süre ile sarayda gözetim altında kalmıştır.
MECLİS–İ MEBUSAN’IN EMRİNDE
5. Mehmed Reşat döneminde Ayasofya’daki binada çalışan Meclis–i Mebusan’ın Reisi Ahmet Rıza Bey, 1909’da boş duran Çırağan Sarayı’nın Mebusan ve Ayan Meclisleri’ne verilmesini istemiştir. Basının da desteğiyle saray bütün eşyaları ile birlikte Meclis emrine verilmiştir. 14 Kasım 1909’da padişah ve tüm mebuslar, saraydaki ilk Meclis ilk toplantısını yapmışlardır.
1910’DA FECİ YANGIN
Sarayın bu fonksiyonu sadece iki ay dolayında sürmüştür. 20 Ocak 1910 günü çıkan bir yangın bu göz kamaştırıcı sarayı 4–5 saat içinde kül etmiştir. Yangının muhasebe dairesinin üstüne rastlayan ve bahçeye bakan çatı katındaki ısıtma bacasından çıktığı ileri sürülmektedir. Şiddetli lodos, sarayın ahşap ve yangın yükü yüksek mobilya ve mefruşat ile dekore edilmiş olması ve zamanın yangın söndürme tekniklerinin yetersizliği sebebiyle herşey bir anda olup bitmiştir.
KÜLLERE GÖMÜLEN
HAZİNE
Çırağan Sarayı, içindeki tüm paha biçilmez mobilya ve eşyaları, 5.Murad’ın özel kitaplığı ve gizli arşivi, 2. Abdülhamid’in aralarında Ayvazovski ve Rembrand’un da bulunduğu zengin tablo kolleksiyonuyla kül olmuştu.
VE YAĞMA DÖNEMİ...
Yangın sonrasında saray, ülkenin o günkü ekonomik sıkıntıları sebebiyle uzun süre enkaz altında kalmıştır. Cumhuriyet döneminde Kızılay deposu olarak kullanılmıştır. 1946’da çıkan bir kanunla İstanbul Belediyesi’ne vakfedilmiştir. Kızılay’ın sarayı boşaltmasından sonra kontrolsüz kalan yapı yıllarca yağmacıların saldırılarına maruz kalmıştır. 5–10 kilogram demir ya da kurşun için mermerler kırılmış, duvarlar yıkılmıştır. Ayrıca mahalle serserileri ve kanun kaçaklarına barınak olmuştur. Bir ara, sahilini kumcular da işgal etmiştir. Yine cumhuriyet döneminde sarayın bahçesindeki asırlık çınarlar kesilerek stadyum yapılmıştır. Ve burası yıllarca Beşiktaş Jimnastik Klübü’ne şeref stadı olarak hizmet vermiştir.
TARİHİ YAKAN YANGININ YILDÖNÜMÜ
Boğaziçi’ne inci gibi dizilmiş saraylarımızdan, manzara ve ihtişam olarak en şanslılarından biri, ama akıbet bakımından belki de en talihsizi olan Çırağan Sarayı, tam 85 yıl önce bugün meydana gelen feci bir yangınla içindeki kültür hazineleriyle birlikte kül olmuştu

‘KANDİLLER’ BÖYLE YANDI: Çırağan, Farsça’da ‘Kandiller’ anlamına geliyor. Kaderin cilvesine bakın ki, Lale Devri’nde kandil alemlerinin tertip edildiği yere kurulan ve boğaz sularını kandil gibi ışıldatan Çırağan Sarayı, 20 Ocak 1910’da çıra gibi yanıyordu(üstte)

Çırağan Sarayı Özet Bilgi


Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan’da 1910 yılında yanmıştı. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştı. 4 yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekanlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan’da bir çok önemli toplantıya mekan olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi. Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür.

Dolmabahçe, Çırağan, Ihlamur

Dolmabahçe Sarayı dış görünüşündeki zarafet ve Boğaziçi'nin kazandırdığı ihtişam dışında çağdaşı Avrupa sarayları ile mukayese edilemeyecek bir hacim ve tevazudadır. Bu saraydaki hayat da adeta Topkapı Sarayı'nın ananesini muhafaza etmiştir. Yani sıkışık bir düzen, disiplinli bir hayat hakimdir. Bilhassa Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz zamanlarındaki israf gürültüleri Sultan Abdülhamid devrinde adamakıllı tutumlu bir saray hayatına dönüşmüştür.
Çırağan Sarayı geçirdiği yangından sonra harabeye döndü ama daha beteri, hizmet verdiği I.Meclis-i Mebusan'ın faaliyeti ile ilgili bütün arşivi de kül oldu. Çırağan Sarayı meşum bir saraydır. İçindeki Feriye Karakolu bugün restoran olarak kullanılıyor. İntihar mı cinayet mi? Tartışmaları hala sürüyor.
Sultan Abdülmecid saltanatının yarısını muhtelif yerlerde yaşayarak geçirdi. Dolmabahçe Sarayı dışında, Ihlamur Kasrı gibi bir av köşkü, Haliç'i ve Marmara'yı seyretmek için Çarşamba'da Sultan Selim Camii yanındaki küçük köşk ve Topkapı Sarayı içindeki küçük Mecidiye Kasrı onun devrinde yapıldı. İstanbul'u seyretmeyi severdi. Bunlar bir imparatorluk için israf değildir. Almanya'daki küçük dükalıklarda bile daha fazlası yapılırdı.

Çırağan Sarayı Tarihçesi


Tarihin kapılarını araladığımızda, bugün çok azı ayakta kalabilmiş olan, efsane öyküleri ile karşılaşırız.
Bu efsanelerden, Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem mirası Çırağan Sarayı gibi, hala ayakta kalabilmeyi başaranlar ’yaşayan efsane’ diye adlandırılmaktadır.

XVII. Yüzyıl’da Kazancıoğlu Bahçeleri
Çırağan’ın bugün Beşiktaş ve Ortaköy arasında bulunan yeri 17. yüzyılda Kazancıoğlu Bahçeleri diye bilinirdi.

III. Ahmet – Lale Devri (1718 - 1730)
Beşiktaş kıyılarını süsleyen denize nazır saraylar ve bahçeler ’Lale Devri’ diye bilinen ’Çiçek ve Müzik Aşkı’ döneminin en önemli simgelerinden sayılmıştır. Bu dönem, bir eğlence olduğu kadar bir kültür parlaklığı devriydi. Dönemin hükümdarı olan III. Ahmet buradaki mülkünü gözde Vezir-i Azam’ı İbrahim Paşa’ya hediye etmiş ve ilk yalıyı İbrahim Paşa yaptırmıştır.

İbrahim Paşa (1719)
İlk yalı 1719’da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından eşi Fatma Sultan (III. Ahmet’in kızı) için inşa ettirilmiştir. Kendisi burada Çırağan Şenlikleri denilen meş’ale şenliklerini düzenletmiştir. İşte bu olaylar dolayısıyla bu alan Farsça’da ışık anlamına gelen ’Çırağan’ ismiyle anılmaya başlanmıştır.

Sultan II. Mahmut (1834)
Sultan II. Mahmut 1834’te bu alanı yeniden yapılandırma kararı alır. Önce mevcut olan yalıyı yıktırır. Yapının etrafında bulunan okul ve camiyi ortadan kaldırılır ve mevlevihane yakında bulunan bir yalıya nakledilir. Yeni saray için büyük ölçüde ahşap kullanılır gibi görünmesine rağmen esas bölümün temelinin yapımında tamamen taş kullanılmıştır. 40 adet sütun dikilerek klasik bir görünüm verilmiştir.

Sultan Abdülmecid (1857)
Sultan Abdülaziz’in kardeşi olanSultan Abdülmecid 1857’de Sultan II. Mahmut’un yaptırdığı ilk sarayı yıktırmış, batı mimarisi tarzında bir saray yaptırmayı planlamış ancak 1861’te vefat ettiğinden ve parasal sıkıntılar yüzünden Saray yapımı yarım kalmıştır.

Sultan Abdülaziz (1871)
Sultan Abdülaziz, yeni sarayın inşaatını 1871’de tamamlatmış ancak stil olarak batı değil, doğu mimarisi seçilmiş ve Kuzey Afrika İslam Mimarisi uygulanmıştır. Sarayın müteahhitliğini Sarkis Balyan ve ortağı Narsisyan Kirkor yapmıştır. Eski Çırağan Sarayı’nın tahta binası yıkırılarak yerine yenisinin taştan temelleri konmuş. Sarayın paha biçilmez işlemeli kapılarından bin altın değerinde olan her biri Vortik Kemhacıyan’ın elinden çıkmış. Sultan II. Abdülhamit bu kapılardan bir tanesini onları çok beğenen dostu Almanya İmparatoru Kayzer Wilhelm II’ye armağan etmiş. Wilhelm bu kapıyı Berlin Müzesi’ne yerleştirmiş. Dünyanın her yanından nadide mermer, porfir, sedef gibi maddeler getirtilerek sarayın yapımı için kullanılmış. Yalnız sahil inşaasında 400.000 Osmanlı lirası harcanmış. Yapımına 1863’te başlanan Çırağan Sarayı 1871 de bitirilirken 2.5 milyon altın harcanmış. Son kez 1876 yılının Mart ayında buraya gelerek bir süre dinlenen Sultan Abdülaziz halk arasında mevlevihanenin yıktırılarak saray arsasına katılmasını uğursuzluk getireceği gibi dedikodular çıkması üzerine Çırağan Sarayı’nı terk ederek Dolmabahçe Sarayı’na yerleşmiştir.

Sultan V. Murat (1876’dan 1904’e Kadar)
Sultan Abdülaziz’in yeğeni olan Sultan V. Murat 30 Mayıs 1876’da padişah olmuş, 31 Ağustos 1876’da tahttan akli dengesini yitirdiği için indirilmiş ve bugün Beşiktaş Lisesi olarak kullanılan Harem binasına nakledilmiştir. 29 Ağustos 1904 tarihinde de bu ikametgahında vefat etmiştir. Kendisi bir sanatsever ve müzik tutkunuydu.

Parlamento Binası (1909) ve Yangın (1910)
14 Kasım 1909’da Çırağan Sarayı Parlamento Binası olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Bu dönemde sarayda II. Abdülhamid’in büyük sanat koleksiyonundan Rembrant ve Ayvazovsky’nin eserlerine yer verilmiştir. 20 Ocak 1910 yılında Milli Meclis Salonu’nun üst bölümünde  ve çatı katındaki kalorifer bacasından çıkan bir yangınla saray 5 saat içerisinde yanmıştır. Çok değerli antikalar, II. Abdülhamid’in özel koleksiyonu ve V. Murat’ın kütüphanesi yanarak kül olmuştur.

Saray Belediye’ye Bırakılıyor (1946)
1946 yılında Saray’ın bodrum katında bulunan mevlevi dervişlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilmiş aynı yıl içerisinde Saray çıkarılan bir kanunla İstanbul Belediyesi’ne bırakılmıştır.

Çırağan Sarayı Bahçesi Futbol Sahası (1968)
1930’da Saray’ın bahçesi, Beşiktaş Futbol Kulübü tarafından ulu ağaçları kesilerek futbol sahası haline getirilmiş daha sonradan da Prof. Bonatz ve ünlü Türk Mimarı Prof. Sedat Hakkı Eldem tarafından burada turistik bir otel yapılmak üzere tetkiklerde bulunulmuştur.

Yangından Sonraki İlk Restorasyon (1987)
1987 yılında otel olarak kullanılmak amacıyla Japon Kumagai Gumi ve Türk Yüksel İnşaat tarafından restorasyona başlanmış 1990 yılında otel 1992 yılında ise Saray hizmete açılmıştır.

Restorasyon Sonrasında Sarayın Açılışı (1992)
Uzun süren tasarım ve inşaat çalışmaları sonrasında Çırağan Sarayı Oteli 1990 yılında  açıldı. Tarihi Saray ise kapılarını 1992 yılında açtı. Bu büyük sarayın görkemli açılışı şanına ve eski görkemine yaraşır bir şekilde oldu. Saray’da bundan sonra yapılan rönovasyon ise 20 Nisan 2006’da bitirildi ve Saray süitleri tamamen yenilendi.

Çırağan Sarayı Rönovasyonu (2007)
Saray’da bulunan toplantı salonları ve açık alanlar rönovasyona tabii tutulmuş, saray aslına en yakın bir şekilde eski orijinal renklerine kavuşturulmuştur. Ayrıca teknik olarak da en son donanımlara kavuşturulmuş olan toplantı odalarının yanısıra Klasik Türk ve Osmanlı Mutfağı’nın incisi olan Tuğra Restaurant da tamamen yenilenmiştir.

Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın Çırağan Yalısı

Çırağan SarayıÇırağan Sarayı'nın bulunduğu alan, Boğaziçi'nde bağ ve bahçelerinin güzellikleriyle tanınmış ve her dönemde padişahların, hanımsultanların, sadrazamların ilgi odağı olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında "Kazancıoğlu Bahçesi" ismi ile anılan bu yerde saltanata ait ilk yapı IV. Murad'ın kızı Kaya Sultan'ın yalısıdır. Bu dönemdeki yapı ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Kaya Sultan'ın ölümünden sonra (1659) III. Ahmed Devrine kadar özellikle IV. Mehmed ve II. Mustafa'nın uzun süreler Edirne'de oturumları İstanbul'un ihmaline sebep olmuştur. Birçok köşk ve kasrın harap olduğu bu süre içerisinde Kaya Sultan Yalısı'nın da aynı akibete uğradığı anlaşılıyor.

Lâle Devri'nin önde gelen devlet adamlarından Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan ile evlendiğinde, Kaya Sultan Yalısı'nın bulunduğu alanda yeni bir yalı yaptırır. 1719'da tamamlanan yapı Marmara Adası'nın en nadide mermerleri ile süslenmişti. İnşa çalışmaları sona ermesi üzerine Sultan III. Ahmed'in de katılımıyla sık sık gerçekleştirilen ziyafetler, düzenlenen eğlenceler ve geceleri yapılan "Çerağan Safaları" nedeniyle yapı "Çerağan Yalısı" adıyla anılmağa başlanır.
1 Temmuz 1731 tarihli deftere göre Damad İbrahim Paşa'nın yaptırmış olduğu yalı küçük bir saray niteliği taşımaktaydı. Topkapı Sarayı teşkilat yapısı içerisinde yer alan unsurların birçoğu bu yalıda da bulunmaktaydı. Padişahın vaktinin büyük bir kısmını burada geçirmesi böyle bir yapılanmaya gidişte en önemli etken olmuştur.
1741 yılında Çırağan Yalısı'nın Beşiktaş Mevlevi-hanesi'ne bakan mahalli ve büyük Camlı Köşkü'nün Mimarbaşı Mustafa Efendi tarafından tamiratı gerçekleştirilir. Bu tamirattan sonra yapı uzun süre bakımsız kalmıştır.

Sarayın Yanışından Sonraki Gelişmeler



Çırağan Sarayının 19 Ocak 1910da yanması üzerine büyük bir hızla yayılan haber bütün yurtta üzüntüyle karşılanmıştı. Olaya devrin basını da geniş yer ayırır. Sarayın yeniden inşa edilmesi için bazı kaza ve vilayetlerde yardım kampanyaları dahi açılır. Bunlardan Basra Vilayeti ve Düzce Belediyesince gönderilen yardımlar, ilk anda böyle bir onarımın düşünülmemesi nedeniyle Donanma-i Osmani ianesine nakledilir.

Sarayın yanışı sonrasında, yeniden onarılması gibi bir düşüncenin olmamasının yanında, bir müddet enkazıyla ilgili olarak hiçbir faaliyette de bulunulmamıştı. Koca saray dolandırıcıların ve hırsızların insafına bırakılır. Birçok değerli eşyanın yanmasıyla birlikte, altın gümüş gibi madenlerin büyük çoğunluğu erimiş halde enkaz içerisinde bulunmaktaydı. Hiçbir koruma önlemi alınmayan sarayın, geceleri içine girilip değerli madenleri çalınmaktaydı. Bu durum sarayın yanışından ancak dört ay sonra farkedilir ve Dahiliye Nezaretinin uyarısıyla Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti tarafından, deniz ve kara yönlerine birer nöbetçi konmak suretiyle korumaya alınır (22 Mayıs 1910).

Bu olaylardan bir müddet sonra, sarayın yeniden meclis binası haline getirilip getirilemeyeceği konusunda araştırma yapmak üzere bir komisyon kurulmasına karar verildi (26 Temmuz 1910). Oluşturulan komisyonda, Nafia Müdürü Franklia Efendi, Şehremaneti mühendislerinden Terziyan Efendi, Emanet-i Müşarunileyha Mühendisi Mösyö Orbek, Mösyö Valuri ve Mimar Kemal Bey yer alıyordu. Heyetten, sarayın duvarlarının sağlamlığı ve yeniden yapılabilmesi için ne kadar masrafa ihtiyaç duyulacağı hakkında bir rapor isteniyordu.

Çırağan Sarayının onarımı için komisyon oluşturulduğu gün ayrıca, Kumkapıda gümüş arayıcısı esnafından Yusuf Ziya ve ortaklarıyla da bir anlaşma yapılmıştı (26 Temmuz 1910). Yusuf Ziya ve ortakları, Çırağan Sarayı enkazında altın, gümüş, bakır, kurşun vs. araması yapacaklar ve çıkardıkları malın % 20den %24e kadar olan miktarı kendilerine verilecekti. Ayrıca arama işlemini de tayin olunacak bir memurun denetimi altında yapacaklardı.

Keşif komisyonunun çalışması sonucu oluşturulan raporda, sarayın yeniden yapımı için 400.000 liraya ihtiyaç olduğu, yalnız duvarlarının tamiriyle yapının koruma altına alınabilmesi için de 1.050 lira gerektiği belirtiliyordu (24 Kasım 1910). Keşif bedelinin yüksek oluşu nedeniyle, saray içerisinde Yusuf Ziya ve ortaklarının işleri bitinceye kadar beklenip daha sonra duvarları tamir edilerek binanın üzerinin kapatılıp korunmasına karar verilir. Çırağan Sarayı inşa edilirken, Sultan Abdülaziz tarafından İtalyada Carraradan getirtilen mermerlerle yaptırılan ve sarayın bahçesine konan iki arslan heykeli, sarayın yanışından sonra yakınında bulunan Jandarma müfrezesi tarafından koruma altına alınmıştı. Heykeller 17 Temmuz 1911de alınan bir kararla Dolmabahçe Sarayı bahçesine gönderilir. Bu arslan heykelleri halen Dolmabahçe Sarayında bulunmaktadırlar.

Çırağan Sarayının muhafazasıyla görevli olan Beşiktaş Jandarma karakolunun mevcudunun azalması üzerine sarayın korunmasında sorunlar çıkmaya başlar. 1912 yılı başlarında Çırağan Sarayının hemen bitişiğinde bulunan Küçük Zabit İbtidai Mektebi öğrencilerinin sarayın kapılarını kırarak içeri girip eşyaları aldıkları ve bahçede bulunan ağaçlardan söküp götürdükleri tesbit edilmişti (16 Mart 1912). Jandarma Takım Komutanlığının okul müdüriyetine yaptığı şikayet üzerine verilen cevapta; okul öğrencilerinin eğitim ve öğretimle meşgul oldukları belirtilerek, aksine bahsi geçen fiillerin sarayı muhafaza ile memur jandarmalar tarafından yapıldığı belirtiliyordu. Bu olanlar üzerine İstanbul Valiliği tarafından, Dahiliye Nezaretine yazılan bir raporla, Çırağan Sarayının gerek jandarma ve gerekse orada bulunan Küçük Zabıt İbtidai Mektebi idarecilerince muhafaza edilemiyeceğinin anlaşıldığı belirtilmiş ve sarayın muhafazasının hangi kuruma ait olacağı konusunda bilgi istenmişti (11 Mayıs 1912). Bu başvuru üzerine konuyu ele alan Dahiliye Nezareti de sarayın, Hazine-i Hassaya mı, yoksa Maliye Nezaretine mi ait olduğu konusunda bir türlü karar verememişti (19 Mayıs 1912). Ancak, 9 Haziran 1912 tarihli bir bildiriyle saray içerisinde 24 Kasım 1910 tarihinden itibaren değerli madenlerin arayıcılığını yapmakta olan Yusuf Ziya ve ortaklarının işlerinin bitiminden sonra bir karara varılabileceği belirtiliyordu.

13 Nisan 1914te Meclis-i Vükela kararıyla, sarayın enkaz ve arsasının Hazine-i Hassaya ait olduğu Maliye Nezaretine bildirilir. 1. Dünya Savaşı sonunda, İstanbulun işgal altında bulunduğu dönem içerisinde, Çırağan Sarayı harabeleri "Bizo Kışlası" ismiyle bir Fransız istihkam kıtası tarafından kullanılır.

Cumhuriyetin ilanından sonra 4 Mart 1924te Halifeliğin kaldırılmasıyla, İstanbulda Osmanlı Hanedanına ait köşk ve kasırlarda büyük bir yağma yaşanır. Hanedanın üç gün içerisinde boşalttığı bu köşk ve kasırların birçok eşyası tedbirsizlik yüzünden yağmalanmış ve meydanlarda haraç-mezat satılmışlardı. Çırağan Sarayı binaları da bu yağmadan nasibini alır. Çünkü Sarayın yalnızca Mabeyn Dairesi yandığı için Harem ve Ağavat Daireleri saltanat mensupları tarafından kullanılmaktaydı.

1930larda sarayın bahçesi, Beşiktaş Futbol kulübü tarafından ulu ağaçları kesilerek futbol sahası haline getirilir. II. Dünya harbi sıralarında turistik bir otel yapılması etrafında Prof. Bonatz ve Sedat Hakkı Eldem tarafından tetkiklerde bulunulur. Daha sonraları da Çırağanın Deniz Müzesine tahsisi ve zemin katında tarihi kadırgalar ile saltanat kayıklarının teşhiri, birinci katının bir balkon haline getirilmesi, son katın da müze salonlarına ayrılması düşünülmüş fakat gerçekleştirilememiştir.

1946 yılında, sarayın bodrum katında bulunan mevlevi postnişinlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilir. Aynı yıl içerisinde saray, çıkarılan bir kanunla İstanbul Belediyesine bırakılır. 1987 yılında, otel olarak kullanılmak amacıyla yabancı bir şirket tarafından restorasyonuna başlanır. Ayrıca sarayın bahçesine de modern bloklar oturtulur. 1992 yılında hizmete açılan saray , halen bu işlevine devam etmektedir.

Çırağan Sarayı Videolar-Havai Fişek Gösterisi

Burda da Çırağan Sarayında yapılan havai fişek gösterisi, gerçekten çok hoş karaler var, buyrunn



Çırağan Sarayı Videolar-Evlilik Töreni

Sarayda Düzenlenen düğün merasiminden görüntülerle birazda sarayımızı yakından tanıyalım, buyrun her genç kızın düğün yapmayı hayal ettiği sarayda yapılan düğün merasimi

Sarayın Meclis-I Mebusan Binasına Çevrilişi Ve Yanışı


Sultan II. Abdülhamidin saltanatı sonlarına doğru 23 Temmuz 1908de anayasa tekrar yürürlüğe girerek II. Meşrutiyet ilan edilmişti. Yapılan seçimler sonucu 17 Aralık 1908 günü Sultanahmedde eski Evkaf Dairesinde Meclis-i Mebusanın açılışı yapılır. 31 Mart 1909 olaylarından sonra gelişen hadiseler neticesinde, Meclis-i Mebusanda yapılan oylama sonucu II. Abdülhamidin haline karar verilir (27 Nisan 1909). Tahttan indikten sonra Sultan II. Abdülhamidin Çırağan Sarayıında oturma isteği kabul olunmayarak Selanike gönderilir ve Sultan V. Mehmed Reşad Osmanlı Tahtına çıkarılır.

Meclis-i Mebusan Reisi görevinde bulunan Ahmed Rıza Bey, meclis binasının yetersizliğinden yakınmaktaydı. Bu nedenle V. Muradın vefatından beri kullanılmayan Çırağan Sarayını ideal meclis binası olarak görmekteydi. Mekteb-i Harbiyede yapılan bir toplantıda bu fikirini Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşaya açmış ve olumlu karşılanmıştı. Ancak Şeyhülislam Sâhib Bey bu fikre şiddetle karşı çıksa da Ahmed Rıza Beyin bu isteğinin önüne geçememişti.

Ahmed Rıza Bey Çırağan Sarayının meclise verilmesi için padişaha başvurmuş, Sultan V. Mehmed Reşad da buna pek razı olmamakla birlikte birden bire red cevabı veriyor olmamak için Ahmed Rıza Beye; "Hele lazım gelenlerle bu hususta bir konuşayım, alacağım kararı size sonra bildiririm " gibilerden biraz baştan savma sözlerle geçiştirmek istemişti. Ancak Ahmed Rıza Bey işi bir oldu bittiye getirmek için ertesi gün gazetelere bir demeç vermiş, padişah hazretlerinin Çırağan Sarayını Meclis-i Mebusana ihsan buyurduğunu ilan etmişti. Bu durum karşısında yapacak bir şey bulamayan Sultan Reşad ister istemez bu oldu bittiye boyun eğmişti.

Bütün bu olayların sonucunda Çırağan Sarayı meclis binası olarak kabul edildi ve meclisin ikinci dönem oturumlarına hazır olacak şekilde bazı düzenlemelere tabi tutuldu. Sarayın üst katındaki çok süslü üç salondan Boğaziçine bakan birincisi padişaha ayrıldı ve bir taht konuldu. Ortadaki salon Meclis-i Mebusana ve İstanbul tarafındaki salon ise Meclis-i Ayan Dairelerine ayrılmış ve çeşitli odalar encümenlere tahsis edilmişti. Yıldız Sarayı Şale Köşkünde birçok eşya ve meşhur ressam Ayvazovskinin eserleri getirilmişti. Sarayda yapılan bu çalışmalar için 20.000 lira harcama yapılmıştı.

14 Kasım 1909da Mebusan Meclisinin ikinci dönem açılışı parlak bir şekilde yapıldı. Alayla açılış törenine gelen Sultan V. Mehmed Reşadın yanında Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile Şehzade Vahdeddin Efendi bulunuyordu. Program gereğince Çırağana gitmiş olan Şehzadelerle hükümet üyeleri, ayan ve meclis başkanı padişah hazretlerini taşlıkta karşıladılar. Saltanat kapısı önüne dizilen müslüman, rum, ermeni ve musevi okulları öğrencileri hürriyet ve vatan şarkıları söylediler ve dizi dizi padişahı alkışladılar. Sultan Mehmed Reşad törene resmi olarak çağrılmış bulunup da salonda yerlerini almış olan elçilerin her biri ile ayrı ayrı konuştu ve kendilerine münasib kelimelerle iltifatta bulundu. Açılış nutkunu padişah adına Sadrazam Hüseyin Hilmi paşa okudu. Bu sırada, özel locasında bulunan hükümdarın sağında şehzadeler ve saray mensupları, salonda da nâzırlar yer almışlardı.

Sarayın Meclis-i Mebusan olarak kullanılışı çok uzun sürmedi. 19 Ocak 1910da sebebi anlaşılamayan bir kaza sonucunda Çırağan Sarayı Harem ve Ağalar Dairesi dışında tamamen yanar. Durumu öğrenince son derece üzüntü duyan Sultan Mehmed Reşad birçok saray görevlilerini yangın yerine gönderir. Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi ile şehzadelerden pek çoğu birer birer olay yerine giderler.

Yangın Meclis-i Mebusan salonu üst katından ve muhasebe dairesi üstüne rastlayan, bahçeye bakan çatı arasındaki kalorifer bacasından çıkmıştı.

Yangını ilk evvel üçüncü şubede bulunan mebuslardan bazıları duman kokusunu duyarak hademeye bildirmişlerdi. Hademeler yukarı çıkıp kalorifer bacasının yan ve etrafındaki ince sacları koparmışlar ise de, altı tamamen yanmıştı. Getirilen bir iki kova su, hatta daha sonra yetişen itfaiye heyeti rüzgârın şiddetinden söndürememişlerdi. İtfaiye bahçedeki havuzdan su almak istemiş, fakat hortum 27 metre olduğu için yangına su yetiştirilememişti. Haliçdeki donanmadan Mesudiye Zırhlısı, Romorkör Kumpanyasının itfaiye vapuru , Amerika ve Rus Sefaretlerine ait birer yat sarayın önüne gelmişler, ancak lodosun şiddetli esmesi yüzünden yapılan yardım neticesiz kalmıştı.

Yangın esnasında can kaybı olmamıştı. Sarayın elektrik hademesinden Polpus Papa De Pulos yangın sırasında eşya kurtarmak amacıyla içerde kalmış, fakat geç kalınca alevlerin etrafı sarması sonucu pencereden atlayarak ayağını sakatlamıştı.

Resmi evrak ve defterlerden bazıları kurtarılmış, yalnız gizli evrak odasının kapısı kilitli ve kırılamadığı için bir çok defter yanmıştı. Yangından iki gün evvel Meclis-i Mebusana getirilen tablolardan çoğu kurtarılmış ise de Sultan V. Muradın kütüphanesi kurtarılamamıştı. Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan encümenlerinin evrakları, padişahın dairesindeki kıymetli eşya ile gümüş takımları ve bilhassa Yıldızdan getirilen iki metre uzunluğunda dört şamdandan üçü sağlam, biri de pencereden atıldığı için hurda halinde kurtarılabilmişti.

Sarayın yanışından bir gün öncesine kadar, on iki gün boyunca Yıldız Sarayının Şale Kasrından, Silahhaneden, Mabeyn-i Hümayıundan, Daire-i Hususiyeden getirilen eşyaları da ne yazık ki tamamiyle yanmıştı.

6 Ocak 1910dan, 18 Ocak 1910a kadar Yıldız Sarayından Çırağan Sarayına getirilen eşyalar şunlardı:
Şale Kasrından alınanlar; iki adet çinkâri vazo, iki adet maden kulplu çinkâri vazo, İstanbulun fethini tasvir eden tablo, üç adet elektrikli fener, balgâmi taşından mamül madeni dört kollu saksı, iki adet ayakları somaki taşından büyük vazo, iki adet madeni kulplu çinkâri maun ayaklı vazo.

Silahhaneden alınanlar; Beş adet sedef işlemeli rahle ve dolap, üç adet hat levhası, bir adet dürbün.

Mabeyn-i Hümayundan alınanlar; bir adet cilalı dört köşe sigara sehpası, bir adet hat levhası, iki çift gümüş şamdan, bir çift gümüş oturtma saat, sekiz adet yağlı boya tablo, iki adet on üçer kollu gümüş şamdan, iki adet yedişer kollu gümüş şamdan, iki adet beşer kollu gümüş şamdan, dört adet vazo, iki adet billur fener.

Daire-i Hususiyeden alınanlar; altı adet lake dolap, bir adet maun üstü pirinç kaplama dolap, beş adet çinkâri dolap, dört adet kadife koltuk, bir adet orta masası ve yazı takımı, üç adet camlı dolap, iki adet pirinç kaplama dolap, üç adet asma saat, iki adet ipek seccade, bir adet camlı dolap, bir adet kitap dolu kütüphane, iki adet etajer, bir adet hareket eder kitaplık, on takım çay fincanı ve tabak, iki adet ayaklı elektrik şamdanı, bir adet büyük barometre, bir adet hilye-i saâdet.

Çırağan Sarayının Kullanıma Başlanması

Çırağan Sarayı inşaatının 27 Eylül 1871de tamamlanması üzerine, Sultan Abdülaziz gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra 1872 yılı mayıs ayı başlarında yeni sarayına yerleşir. Saray inşaat alanında geriye kalan malzemelerin Ortaköyde Fatma Sultan için yapılmakta olan binada kullanılmasına karar verilir (6 Ağustos 1872).

Sultan Abdülaziz, yapımında hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayan ve hazineye oldukça pahalıya mal olan Çırağan Sarayında çok uzun süre oturmadı. Sarayı ilk ziyaretinde üst kat salonunda parkeden ayağı kayıp düşmesi, halk arasında, mevlevihanenin yıktırılarak saray arasına katılmasının padişaha uğursuzluk getirdiği gibi dedikoduların çıkmasına yol açmıştı. Sarayın bir türlü ısıtılamaması da Sultanın yeniden Dolmabahçe Sarayına dönmesine sebep oldu. Ancak Haremin bir kısmı sarayda oturmaya devam etmişti. Sultan Abdülaziz son kez 1876 yılının 11 Martında buraya gelerek bir süre ikâmet etti.

30 Mayıs 1876da tahttan indirilen Sultan Abdülaziz Dolmabahçe Sarayından, Topkapı Sarayına gönderildi. Burada kendisine amcası III. Selimin dairesinin ayrılmış olduğunu görünce oldukça üzüldü. Üstelik dairede oturacak yer de yoktu. Kendisinin ve çocuklarının o sırada yağan yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde ortada kalması eski hükümdarı büsbütün incitmişti. Bir müddet sonra hazırlanan odaya geçince de Sultan V. Murada bir mektup yazarak kendi isteğiyle Çırağan Sarayının üst tarafında , karakolhaneye bitişik feriyye dairelerinden birine yerleştirildi (1 Haziran 1876). Fakat 4 Haziran 1876 günü odasında bilek damarları kesilmiş halde bulundu.

Sultan Abdülazizin naaşı, yan tarafta bulunan karakolhanenin kahve ocağına taşında ve bir ot yatağının üzerine yatırılıp üzerine bir perde örtüldü. İstanbulda bulunan elçilik hekimlerinin de katıldığı ondokuz kişiden kurulu doktorlar heyetinin Sultan Abdülazizi muayene ederek bir rapor hazırlaması kararlaştırıldı. Ancak Marko Paşa başta olmak üzere bazı doktorlar, eski hükümdarın naaşının karakolda bulunduğu durumdan üzüntü duyarak, muayeneye fiilen katılmadılar. Yüzeysel bir muayeneden sonra Sultan Azizin bir makasla intihar ettiğine karar verildi. Raporun hazırlanmasından sonra, Sultan Abdülazizin naaşı Topkapı Sarayına nakledilerek burada yıkandı ve babası II. Mahmudun Divanyolundaki türbesine defnedildi.

Sultan II. Abdülhamidin saltanatı döneminde, Sultan Abdülazizin öldürüldüğüne dair bazı söylentilerin ortaya çıkması üzerine bir mahkeme heyeti oluşturuldu (30 Mayıs 1881). Onun halinde ve halinden önce hizmetinde bulunanlar ve dönemin devlet adamları teker teker sorguya çekildiler.

Sonuçta Sultan Abdülazizin öldürüldüğüne karar verildi. Mahkeme kararına göre Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmed ve Cezayirli Mustafa ile Mabeynci Fahri Bey bilfiil taammüden öldürme olayına katıldıklarından dolayı; Midhat, Mahmud, Nuri Paşalarla, Binbaşı Necib ve Binbaşı Namık Paşazade Ali Beyler de suç ortağı sayıldıklarından idama mahkum oldular. Daha sonra idam cezaları ömür boyu hapse çevrildi. Mahkumların cezalarını Taifte çekmelerine karar verildi.

Sultan Abdülazizin halinden sonra tahta çıkan Sultan V. Muradın (30 Mayıs 1876) saltanatı uzun sürmedi ve akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle 31 Ağustos 1876da tahttan indirilerek Çırağan Sarayına gönderilir. Artık Sultan V. Murad için Çırağanda yirmi sekiz yıllık bir hapis hayatı başlıyordu.

Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında kısa bir süre Dolmabahçe Sarayında oturdu. Bu süre zarfında Çırağan Sarayında bulunan bir kısım eşya Dolmabahçe Sarayına nakledildi (25 Ekim 1876). Ancak II.Abdülhamid kendisinin de Sultan V. Murad gibi saltanattan uzaklaştırılabileceği endişesiyle Dolmabahçe Sarayından ayrılarak daha güvenli olan Yıldız Sarayını kullanmağa başladı.

20 Mayıs 1878de Sultan V. Muradı tekrar tahta çıkarmak amacıyla Ali Suavi ve etrafına topladığı yüzü aşkın Rumeli göçmeni tarafından Çırağan Sarayına bir baskın düzenlendi. Ali Suavi ve arkadaşları sarayın muhafızlarını etkisiz hale getirdikten sonra ikinci kattaki Sultan V. Muradın dairesine girdiler. Daha önceden haberli olduğu için giyinmiş vaziyette bekleyen V. Muradı saraydan çıkarmaya çalışırlarken olayı haber alan Beşiktaş Karakolu muhafızı Hasan Ağa (Yedi sekiz Hasan Paşa) bir grup askerle sarayı kuşattı. Çıkan çarpışmada Ali Suavi ve yirmi üç adamı ölmüş, bir kısmı yakalanmış, gerisi de kaçmayı başarmışlardı. Sultan V. Murad bu olay karşısında heyecana kapılarak kendisini hazine dairesine atmış ve kapıyı da arkasından kilitlemişti. Olayın bastırılmasından sonra V. Murad bir müddet Malta Köşkünde göz hapsinde tutuldu. Ancak bir süre sonra tekrar Çırağana nakledildi.

Ali Suavi vakasından sonra dışarıyla tamamen irtibatı kesilen eski hükümdar, daha sonraları Beşiktaş Ortaokulu olarak kullanılacak olan binada oturmaya başlamıştır. Sultan II. Abdulhamid, V. Muradın yeniden kaçırılma teşebbüslerine karşılık oldukça sıkı tedbirler aldırmıştı. Sarayın muhafız sayısı arttırıldığı gibi, kara ve deniz tarafından hiç kimse yanına dahi yaklaştırılmıyordu. Adeta bir yasak bölge ilan edilmişti. Saraya günde üç öğün yemek getiren tablakarlardan başkası giremiyordu. Sarayın arkasında yer alan Beşiktaş-Ortaköy caddesini kullananlar duraklamadan, etrafa bakınmadan ve kimseyle konuşmadan buradan hızlı adımlarla geçmek zorundaydılar. Sarayda bulunan V. Murad ve aile fertlerinin her ne sebepten olursa olsun, dışarı çıkmaları yasaklanmıştı.

Çırağan sarayı, siyasi koşullar nedeniyle, Sultan V. Muradın ölümüne değin (1904), ilgisizlik ve bakımsızlıktan oldukça harap bir duruma gelmişti. Sarayın tamir ve onarımı gereken yerlerine çok acil bir durum olmadıktan sonra herhangi bir müdahelede bulunulmamaktaydı. Bu dönemde birkaç köşk ilgisizlikten dolayı yıkılıp ortadan kaldırılmıştı. Genel olarak bütün köşk ve kasırların tamir ve bakımıyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda Çırağan Sarayı hakkında ya padişahın özel izni gereğince müdahalede bulunabiliyor veya hiç bahsi dahi geçmiyordu.

1881 yılı Ağustos ayı içerisinde Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa tarafından padişaha sunulan bir raporda; saray ve kasırların uzun zamandan beri gerekli tamirlerin yapılmamasından dolayı harabiyete yüz tuttukları ve dört-beş milyon lira sarfıyla meydana gelmiş olan bu saray ve kasırların bir kış daha böyle bakımsız bırakılır ise bu kadar masrafla meydana getirilen binaların büsbütün harap olacağı ve ileride yapılacak tamiratlarında oldukça büyük masraflara yol açacağı belirtiliyordu. Bu amaçla Sermimar-ı Devlet Serkiz Bey, Vasilaki Kalfa, Sabık Erkan-ı Harbiye Reisi Mahmut Mesud Paşa ve Hazine-i Hassa Heyet İdaresinde oluşturulan bir komisyonla bütün saray ve kasırların muayene edilerek keşiflerinin yapılmasına karar verildi. Bu iş için Hazine-i Hassadan kırk sekiz bin lira ayrılmıştı. Ancak bu kadar teferruatlı bir incelemede Çırağan Sarayı ayrı tutulmuş ve oluşturulan komisyona Çırağan Sarayında herhangi bir işlemde bulunmaması belirtilmişti (19 Ağustos 1881).

1891 yılında da yine saray ve kasırları koruma altına almak amacıyla bir talimat layihası hazırlanmıştı. Buna göre saray ve kasırlar ehemmiyetlerine göre üç kısma ayrılıyorlardı. Yıldız Mabeyn, Yıldız Bendegân, Ayazağa Kasrı, Maslak Kasrı, Nisbetiye Kasrı, Nişantaşındaki Taş Konak birinci kısımda; Dolmabahçe Sarayı, Harem ve Efendiler Daireleri, Hırka-i Saadet ve Emanet-i Mahsusa Daireleri, Koşu Çağlayan Kasrı ve Miriahur Kasrı ikinci kısımda yer alırken üçüncü kısımda da; Beylerbeyi Sarayı, Kalender Kasrı, Beykoz Kasrı, Tokat Kasrı, Küçüksu Kasrı, Hekimpaşa Kasrı ve Alemdağı Kasrı bulunuyordu. Hazine-i Hassada görevli kalfa ve mühendislerden birer kalfa ve mühendise bu binalar taksim olunacak ve hemen hemen her ay keşif ve muayenede bulunulacaktı (Ekim 1891).

Çırağan Sarayı bu dönemde de yine ihmal edilmişti. İsimleri belirtilen köşk ve kasırların dışında kalan diğer binaların tamir ve keşiflerinin padişahın iznine tabi olacağı belirtilerek, Çırağan Sarayı ile ilgili herhangi bir kontrol işleminin ancak padişahın oluru ve denetiminde yapılabileceği vurgulanıyordu.

Gümüşsuyu Hastahanesinin yeterli büyüklükte olmaması nedeniyle 12 Kasım 1880 tarihinde Çırağan Sarayı Paşa Dairesinin bir müddet hastahane olarak kullanılmasına karar verilmişti.

Çırağan Sarayı binalarından kuşhane olup daha sonra karakolhaneye çevrilerek Kılıç Ali Karakolu ismini alan yapının 27 Nisan 1883te dokuz bin yüz altmış üç kuruş masrafla tamiri yapıldı.

7 Aralık 1886da Çırağan Sarayı Ağalar Dairesi ile Bekçi Koğuşunun, Çadır Kasrı Bekçibaşısı Ali Rıza Efendi tarafından yapılan başvuru ile keşfi yapılarak on üç bin kuruş harcanarak tamiri yapıldı.

1888 yılı Ocak ayı başlarında çıkan bir fırtınadan sarayın rıhtımları ve bazı bölümleri büyük hasar görmüştü. Deniz kenarında bulunan köşk yıkılmak üzereydi. Gerekli tamiratın yapılması için Dikran ve Ohannes Kalfalar ile Hazine-i Hassa Mühendislerinden Safvet Salih Efendi tarafından 2 Ocak 1888de ilk keşfi yapıldı. Aynı heyet tarafından 23 Şubat 1888de ikinci bir keşif daha yapılarak onarımına başlandı. Sarayın çatılarında bulunan arızalı kurşunlar çıkarılarak yenileri konuldu. Mabeyn saltanat kapısı üzeri akmakta olduğundan mermer olukları ve kurşunların tamir edildi. Harap olan köşkün yıkılarak, çok kıymetli mermer sütunlarının da dikkatlice indirilip, sağlam bir yerde muhafazasına karar verildi. Sed duvarları üzerinde bulunan parmaklıklar yenilendi. Rıhtımda triyeste döşemeli mahallerin oynamış olan taşlarının noksanları giderildi. Paşa Dairesi önünde bulunan rıhtım fesh edilerek yerine yenisi yapıldı. Deniz kenarında bulunan ve yıkılmasına kara verilen köşkün önündeki rıhtım da harap olduğundan bunun da tamiri yapıldı. Bütün tamirat ve onarımlar için toplam 658.644 kuruş harcanmıştır.

İstanbulda, şehrin gaz ile aydınlatılması hususunda, "İstanbul Şehrini Tenvir Şirketi" adı altında kurulmuş ve belli bir müddet bu imtiyazı elinde bulundurma iznini almış olan kuruluşla, sarayların aydınlatılması konusunda bir anlaşma yapılır (8 Ağustos 1891).

Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa ile Almanya Devleti tebasından ve İstanbul Şehrini Tenvir Şirketi Meclisi İdare Azası ve vekili Mösyö Frans Simon arasında yapılan anlaşmaya göre; hazinece ücretsiz olarak verilecek bir arazi üzerine Mösyö Simon tarafından Saray-ı Hümayunlar ile ek binalarına ait olmak üzere bir gazhane inşa edilecekti. Bu gazhaneden Yıldız Sarayı, Beşiktaş Sarayı, Çırağan Sarayı, Nüzhetiye Kasrı, Hamadiye, Orhaniye, Valide ve Mecidiye Camii Şerifleri ve Şazeli Dergahı ile bunların civarındaki askeri kışla ve karakolların Feriyye Daireleri ile Yıldız ve Dolmabahçede bulunan Istabl-ı Amireler ve mutfakların içinde ve dışında bulunan fener ve kandillerin şirketin imtiyaz süresi müddetince ücretsiz olarak aydınlatılması karara bağlanmıştı.

Sultan V. Muradın 29 Ağustos 1904te vefatından hemen sonra , çok zaruri hallerden başka hiçbir ilgi gösterilmemiş ve bakımsızlığa terkedilmiş olan Çırağan Sarayında büyük bir onarım faaliyeti içerisine girilir.

Fransanın İstanbul Büyükelçiliği Mimarı Antoine Perpiqnani, Sultan II. Abdülhamid tarafından görevlendirilerek, Tüfengi Tahir Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Müdür-i Sanisi İzzet Bey ile birlikte 22-25 Mart 1905 günleri arasında, Çırağan Sarayını baştan aşağı tetkik ve kontrol ederek genel olarak planlarını çizip bir rapor hazırlar.

Antoine Perpiqnani raporunda, sarayın acilen tamir edilmesi gerektiği ve hatta iki yıl daha böyle bırakılacak olur ise tamirinin mümkün olamayacağını belirtiyordu.

Mabeyn, Yatak ve Valide Dairelerinden oluşan asıl saray binasının, bodrum katından en üst katına kadar tamamiyle tamire ihtiyacı vardı. Bunun nedeni de , sarayın inşaasında çatısına kaplanmış olan kurşunların, sonradan yapılan tamiratlar esnasında kaldırılarak yerlerine konulan galvanizli oluklu saçların bir müddet sonra çürümeleri ve dereler ile boruların yağmur sularını taşıyamayacak derecede dar ve kötü bir şekilde yapılmış bulunmasından dolayı suların uzun müddet bina içerisine akması olmuştu. Bu nedenle önce çatıya eskiden olduğu gibi kurşun kaplanmasına, mevcut dere ve boruların daha genişletilmesine ve ikinci katın hemen bütün tavanlarının akan sulardan dolayı harap olmuş parkelerinin, rutubetten bozulmuş bazı duvar nakışlarının, kapıları ile pencerelerinin dışarıda bulunan dört Marmara merdiveni sahanlıklarının, dahili merdivenlerinin, hamamlarının ve Ortaköy yönünde göçük derecesine gelmiş olan iki büyük mermer döşemeli saltanat holünün tamirine karar verilir. Tahmini olarak 13.192 lira harcama yapılması gerekiyordu.

Sarayın Harem Dairesi de , çatının bozukluğu nedeniyle harap bir duruma gelmişti. Bunun da ikinci katının bazı nakışlarının, abdesthane döşemelerinin, kapı ve pencerelerinin, hamam ve müştemilatının tamirine ve bodrum katının tamamen çürümüş olan döşemelerinin yenilenmesini istenir. Cephesinin tamiriyle korkuluklarına kurşun kaplatılmasına ve arka tarafta bulunan avluda mevcut hamamın müştemilatıyla birlikte çatı, sıva, kapı ve pencerelerinin ve holde hademeye ait üç dairenin tamirine toplam 6.180 lira keşif bedeli konmuştu.

Ağalar Dairesinin harap olmasının nedeni de diğer iki dairede olduğu gibi çatısının bozukluğuydu. İkinci katının çatısı ile tavanının, diğer katların döşemelerinin tamiriyle, tamir edilemeyecek durumda olan kapı ve pencerelerinin yenilenmesi, yağlı boya ve badanasının yapılması için 4.800 lira öngörülmüştü.

Sarayın Mabeyn Dairesi arkasında, sed duvarlarının Ortaköy Caddesi üzerinde bulunan köprüyle birleştiği noktada "Çini Köşkü" ismiyle anılan bir köşk yer almaktaydı. Bu köşk tamir edilemeyecek derecede harap olduğundan yıkılarak, çok güzel ve parlak olan çinilerinin dikkatlice sökülerek temizlenip sandıklara konulması uygun görülür. Bu işlem için yaklaşık 204 lira gerekmekteydi. Çıkarılan çinilerden en adi bir numunesinin çizimi yapılarak padişaha sunulmuştur.

Saray-ı Hümayunun kısmen taştan ve kısmen demir parmaklıktan ibaret olan muhafaza duvarlarının taş kısmı cüzi tamire ve dökmelerin üzerindeki boya ve pasların kazınarak temizlenip yeniden yağlı boya ile boyanmaya ihtiyacı vardı. Deniz tarafındaki rıhtım üzerinde yer alan üstü parmaklıklı muhafaza duvarları, Marsilya taşından inşa olunmuş olup, içerden ve dışardan bir takım silmelerle süslenmiş olmasına rağmen zamanla bozulmuş olan bu süslemelerin yenilenmesine ve duvarın iç kısmında bulunan Mermer Köşkün içerisinden yıkılmış olması dolayısıyla, deniz tarafında mevcut her biri ikiyüz lira kıymetinde olan ondokuz adet büyük sütun ve on adet küçük sütununun başka bir binada kullanılmak üzere kaldırılması için 2.870 liraya ihtiyaç duyulmaktaydı.

Sarayın rıhtımı sağlam olmasına rağmen üzerinde bulunan mermer döşemeler tamamen bozulmuş ve adeta ağaç gibi eğilip kabarmış olduğundan, rıhtım tamiri için de 4.150 lira gerekiyordu.

Ağalar Dairesinin Beşiktaş yönündeki limanının taş ve yosunlardan temizlenmesi için yaklaşık 320 lira, bahçedeki havuzların tamiri için de 140 lira harcanacaktı.

Saltanat kapılarının mermerlerinin temizlenerek demir dökme kapılarının boyalarının yenilenmesi için 1.205 lira ve toplam olarak Çırağan Sarayının bütün müştemilatıyla birlikte yapılacak masraf 36.367 lira olarak belirlenmişti.

Antoine Perpiqnani tarafından yapılan keşiften sonra, sarayın acil olarak tamir edilmesi ihtiyacı yönetim tarafından kabul edilerek gerekli kaynak arayışı içerisine girildi. Bunun için Hazine-i Hassa Nazırı Ohannes Efendi, diğer masraflardan kesilerek, haftada 500 lira kadar bir paranın Çırağan Sarayı tamiratı için ayrıldığını belirtiyordu (28 Haziran 1905).

Yapılan tamirattan bir müddet sonra, sarayın bazı bölümlerinde iç döşemeyle ilgili olarak çalışmalara başlandı. Harem Dairesinde onüç oda ve bir sofa Hereke Fabrikası mamulatından kumaş ve halılarla döşendi. Mobilya ve diğer eşyaları yeniden imal edilerek dairenin alt ve üst katlarında bulunan bütün oda ve sofalar ile merdivenlerine hasır serildi. Mabeyn Dairesine yüzaltmış bir adet şemsiye asımı ile birlikte toplam olarak 82.061 kuruş harcama yapıldı (2 Eylül 1807).

Sultan II. Abdülhamid döneminde Çırağan Sarayı ile ilgili olarak yapılan son tamirat çalışması 15 Mart 1908 tarihli Paşa Dairesinin cephe sıvalarının yenilenmesi olmuştur.

Çırağan Saray İç Resimleri

Sarayın resimlerle incelenmesine devam edelim

Çırağan Saray İç Resimleri

Çırağan Sarayının İç kesimlerinde kullanılan dizayn ve incelik harkulade şekillendirilmiş, buyrun sizde bir bakın

Sarayın Bahçe Düzenlemesi



Çırağan Sarayı, yapılan çalışmalarla oldukça büyük ve düzenli bir bahçeye sahip olmuştu. Esasen kıyının hemen arkasında yer alan koruluk, burada tarih boyunca inşa edilen yapıların doğal bahçesi olma niteliğini de taşıyordu. Nitekim Sultan II. Mahmud devrinde yapılan Eski Çırağan Sarayı ile birlikte artık bu koruluğun resmen sarayın mabeyn bahçesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu geniş bahçede büyük ve gölgeli yemiş ağaçları, orman, tarhlar, çiçekler, turfandalar, meyvelik bostan, suni derecik, kuşhaneler ve kameriyeler vardı. Sultan Abdülmecid bu koruluğun en üst tarafına annesi Bezmiâlem Valide Sultan için bir köşk yaptırmış ve İstanbulu her yönden gördüğü için "Yıldız" adı verilmişti.

Yeni Çırağan Sarayı yapılırken bu koruluk, Beşiktaş-Ortaköy arasında yer alan yol üzerine bir köprü yapılmak suretiyle saraya bağlanmıştır. Bu yıllarda koruluk içerisinde bir takım inşa faaliyetlerine de girişilir. Malta Köşkü yaptırılırken, Yıldız Kasrı onartılmış, yeni ahır binaları kurulmuş ve birçok sed ve yol çalışması yapılmıştır.

Sarayın ana yapılarının yer aldığı alanda da Avrupa Saraylarında görülen bahçe düzenlemelerine gidilmiştir. Sultan Abdülmecidin son dönemlerinde Eski Çırağan Sarayının yıktırılıp yenisinin inşaası yolunda yapılan çalışmalar arasında bahçesine konulmak üzere İngilterede bir limonluk yaptırılması düşünülmüştü. Bu amaçla devrin Tophane Müşiri Ahmed Fethi Paşa vasıtasıyla İngiliz Tüccar Mr. Peille bir limonluk sipariş edilir. Ancak Fethi Paşanın vefatı ve ekonomik buhran nedeniyle bütün inşa çalışmalarının durdurulması sonucu limonluk İngilterede unutulur. Bu durum Tüccar Peillin diğer konularda alacaklarından dolayı Osmanlı Devletine başvurmasıyla ortaya çıkmış ve gerekli inceleme neticesinde Çırağan Sarayı için 32.015 Şilin değerinde bir limonluğun bedelinin ödendiği halde üç yıldan beri Londrada imal edildiği fabrikada beklediği anlaşılmıştır.

1859 yılında Mr. Peill tarafından Londrada Mösyö Vested Buyly ve ortaklarına yaptırılan bu limonluk Osmanlı Devletinin Londra konsolosunun girişimleriyle 13 Haziran 1864te İstanbula getirilir.

Limonluğun kurulabilmesi için Chelseaden Mühendis John Meir ile anlaşılmıştı. Kendisine ayda 25 sterlin verilecekti. Mühendis John Meire limonluğu yapan Vested Buyly ve ortakları tarafından otuz dört adet resmi içeren bir kuruluş şeması verilmiş ve bu resimlerle limonluğun sekiz ay zarfında kurulabileceği belirtilmişti. Mühendis Karadenize işleyen gemilerden birisiyle, baş kamarada olmak üzere ve yiyecek-içeceği temin edilmek şartıyla İstanbula gelecekti. İşini bitirdikten sonra da en geç iki ay içerisinde İngiltereye geri dönecekti. Limonluğun kurulmasına 17 Ağustos 1864te başlanır. Mühendisin çalışabilmesi için gerekli malzeme ve iş gücü de kendisine sağlanır ve belirtilen süre içerisinde limonluk kurulur.

Özenle hazırlanan ve zorlu uğraşlarla Çırağan Sarayı bahçesine kurulan bu limonluğun ömrü ne yazık ki çok uzun süreli olmaz. Sarayın tamamlanmasından iki yıl sonra, 6 Şubat 1873te sökülerek arkada bulunan büyük koruluğa nakledilir. Yerine de "Çini Köşk" adı verilen bir köşk yapılır. Bu köşk de 1905 yılında yapılan tamiratta hayli harap olmasından dolayı yıkılmıştır.

Limonluğun camlarının kalitesinden dolayı "Billur Köşk" adıyla da anıldığı olmuştur. O tarihler de İstanbulda bulunmuş olan bir Rus yazarı Billur Köşk hakkında şu bilgileri vermektedir: "Çırağan Sarayında evvelce tıpkı Londra Billur Sarayı gibi billurdan bir limonluk yapılmış ve içine binlerce öter kuş salıverilmişti. Halbuki saray inşaasının sonrasında Sultan Aziz kuşların fazla gürültüsünden ve limonluğun güneş hararetiyle pek fazla ısınmasından rahatsız olarak Billur Köşkü yıktırdı."

Limonluğun yanında sarayın müteahhitlerinden Kirkor Kalfa tarafından 22 Mayıs 1872de 1.058.568 kuruş masrafla bir kuşluk da yapılmıştı. Ayrıca sarayın bahçesinde beşi büyük olmak üzere birçok havuz yapılmıştı.

Sultan Abdülazizin hayvanlara karşı olan ilgisinden dolayı ve özellikle arslan sevgisi nedeniyle bahçede bir "Arslanhane" inşa edilmişti. Padişahın bu tutkusundan dolayı çeşitli ülkelerden ve yurt içinden yetiştirilmek üzere İstanbula hayvanlar getirtilmekteydi. Örneğin 4 Mart 1863te Sultan Abdülaziz için Bağdat civarından yüz altmış beş Arap atı, üç arslan, bir Van kedisi ve bir sansar satın alınmıştı. Çırağan Sarayı bahçesinde, zürefalar için de bir yer yapılması, burada küçük bir hayvanat bahçesinin oluşturulduğunu gösteriyor.

Padişahın arslan sevgisi o denli yüksekti ki , bu hayvanların heykellerinin yapılması için İtalyada Carrarodan mermerler getirtilmişti. Yapılan heykeller bahçenin çeşitli yerlerini süslerken, sarayın yanması üzerine iki arslan heykeli Dolmabahçe Sarayı bahçesine gönderilmişti.

Sarayın İç Döşemesi İçin Alınan Eşyalar


Çırağan Sarayının iç döşemesi için yapılan çalışmalar, daha sayın inşa faaliyetleri devam ederken başlar. Sarayın tasarımını yapanlar genel bir bütünlük içerisinde yapının dizaynına uygunluk sağlayacak iç dekorasyon malzemelerini, o malzemelerin en kaliteli üretildiği merkezlere, düşünülen tarzlarda siparişler vererek imal ettirme yoluna giderler. Bu uygunluğu sağlayabilmek kaygısıyla - kullanılacak mobilyalarda olduğu gibi - gerektiğinde sırf Çırağan Sarayı için faaliyette bulunacak özel atölyeler dahi kurulmuştur.

Sarayda kullanılacak halıların Gördeste dokutturulmasına karar verilir. Bu amaçla 25 Ocak 1868de Uşaklı Ali Zâde Ahmed Bey ile bir mukavele yapılmış ve toplam 26593 arşın "kaliçe" sipariş edilmiştir. Sarayın üst katı için Gördes kaliçelerinin en alâsından olmak üzere 8901 arşın, orta kat için yine birinci sınıf kırmızı boyalı olarak 9036 arşın ve bodrum kat için de aynı özelliklerde 5500 arşın halının imaline karar verilmiştir. Ayrıca sarayın diğer köşk ve merdivenleri için de 3125 arşın kaliçe dokunacaktı.

Mukavelesi yapılan 26593 arşın kaliçenin toplam fiyatı 1.261.766 kuruş olup, bu paranın ödenmesine 1968 yılı Ocak ayından başlanıp Aralık ayına kadar tamamlanacaktı. Ocak ayından Kasım ayına kadar on bir ay 105.000 kuruş ve Aralık ayında da 106.766 kuruş verileceği belirtiliyordu.

Üretilen kaliçeler 1868 Kasım ayına kadar teslim olunacak ve eğer bu tarihten yirmi beş gün sonrasına kadar yetiştirilemez ise fiyatında % 20 indirim yapılacaktı. Taşıma ve nakliye ücretleri tüccara ait olup, sadece gümrük vergisini hazine ödeyecekti.

Kaliçeler dokunurken içlerine pamuk karıştırılmayıp, has ve temiz yapağıdan üretilecek ve kök boya kullanılacaktı. Halıların üzerinde "şeş-per" adı verilen altıgen madalyon motifleri kullanılacaktı. Küçük odalar için üretilecek olanlar odanın büyüklüğünde yekpâre olarak dokunacaktı.

Geçimlerini ürettikleri halılardan sağlayan Gördes halkı, Çırağan Sarayında kullanılacak halıların kendi memleketlerinde dokutturulmasından dolayı son derece mutluluk duymuşlardır. Çünkü uzun süreden beri batılı büyük şirketlerin ve bazı yerli azınlık tüccarların ucuz ve kalitesiz malları piyasaya sürmelerinden dolayı kendi dokumalarına rağbet azalmış, bunun sonucunda da tezgahları birer birer susmuştur. Böylesine büyük bir ihalenin elde edilmesinden dolayı âtıl durumda olan tezgahlar yeniden çalışmağa başlar. Üretimin gününde teslim edilebilmesi için yetmişinin üzerinde bulunan insanlar dahi halıların dokunmasına yardımcı olurlar.

İzmir ve İstanbulda bulunan halı tüccarları bu durumdan pek hoşnut olmazlar. Elde edemedikleri yüzbinlerce kuruş nedeniyle, Gördeslilerin çürük yapağı ve kalp boya kullandıkları şeklinde asılsız iddialarla devletin bu ihaleden vazgeçmesini sağlamağa çalışırlar. Bu durumdan haberdar olan Gördes halkı Sultan Abdülazize bir teşekkürname yazarak, padişahın yeni sarayında kullanılacak halıların üretim işinde kendilerinin seçilmesinden dolayı mutluluklarını dile getirmişler ve ortaya atılan iddiaların gerçeği yansıtmadığını vurgulamışlardı.

Çırağan Sarayının tavanlarını süsleyen billur avizeler ve salonlarında kullanılacak şamdanların alımları Hazine-i Hassa Nazırı Rüştü Paşa tarafından yapılmıştır. Rüştü Paşanın İngiliz Tüccar Wefrie ve oğlu ile yapmış olduğu kontrat bize bu malzeme hakkında önemli bilgiler vermektedir.

Tüccar Wefrie ve oğlu tarafından hazırlanan kataloglar üzerinde saraya en uygun seçimler yapılmıştı. 17 Şubat 1870 tarihli mukavele ile çapı 8 kadem (300 cm.) ve uzunluğu 14 kadem (525 cm.) büyüklüğünde 80 mumlu bir avize ve yine aynı ebatlarda 60 mumlu bir diğer avize alınmıştı. Şamdanlardan da, yüksekliği 10 kadem (375 cm.), üst çapı 4 kadem (150 cm.) ve alt çapı 3 kadem (112,5 cm.) büyüklüğünde 46 mumlu dört adet ve yine aynı ölçülerde 36 mumlu dört adet olmak üzere sekiz şamdan alımı yapılmıştı. Şamdanlar parkeye vidalanacak şekilde yapılacaktı.

Alınan eşyaların bedeli 5.000 Sterlin olup, bu meblağ ya aynen Sterlin olarak ödenecek veya 110 Osmanlı lirası 100 Sterlin kabul edilip , Osmanlı lirası üzerinden yapılacaktı. Bu miktarda üç taksite bölünüp üçte biri kontratın imzasında diğer üçte biri bu tarihten üç ay sonra ve kalan kısmı da eşyanın kusursuz ve eksiksiz olarak tesliminden sonra yapılacaktı. Belirtilen eşyalar kontratın imzasından itibaren dokuz aylık bir süre içerisinde teslim edilecek ve aynı zamanda şamdanları ve avizeleri yerlerine monte etmek üzere Londradan bir uzman gönderilecekti.

Mösyö Wefrie ve oğlundan alınan avizelerden başka 1870 ve 1871li yıllarda İngiltereden çok sayıda başka avizeler de getirtilmiştir. 10 Aralık 1870de elli sandık, 5 Ocak 1871de on üç sandık ve 26 Tamamı için linke tıklayın" href="http://ansiklopedi.bibilgi.com/Mart">Mart 1871de üç sandık içerisinde avize takımları ve yine 30 Temmuz 1871de üç avize Çırağan Sarayı için alınmıştır.

Serkiz Balyan tarafından, Avrupadan on sekiz adet mermer saksı alımı yapılır. Bu saksıların her biri 15 altın değerinde olup toplam 270 altına malolur. Sarayın mefruşatı için beyaz zeminli, göğez çiçekli 392 arşın ve beyaz zeminli, yeşil çiçekli 436 arşın "Üsküdar Çatması" kullanılmıştır. Çırağan Sarayı için, Dolmabahçe Sarayında olduğu gibi yurtdışından mobilya alımı yapılmamıştır. Çırağanın bütün mobilyaları daha önce de belirtildiği üzere sarayın Doğramacıbaşısı Vortik Kemhacıyan tarafından yapılır. Abanoz ve ceviz ağacından sedef-bağa işçiliğindeki bu mobilyalar toplam 9.890.860 kuruş masrafla vücuda gelmiştir.

Sultan II. Abdülhamidin tahta çıkışından bir süre sonra Dolmabahçe Sarayında kullanılmak üzere, Çırağan Sarayından götürülen eşyaların listesi oldukça ilgi çekicidir.

25 Ekim 1876da İkinci Mabeynci Osman Efendi tarafından Dolmabahçe Sarayı Mâbeyn-i Hümayununa taşınan eşyalar, Çırağan Sarayı Hareminde oluşturulan bir komisyon tarafından tespit edilmiştir. İki yüz elli bir parça mücevherli, incili, gümüşlü kapkaçak ve porselen eşya, on beş adet yatak çarşafı, on dört adet yatak puşidesi (örtüsü), yüz otuz altı adet yüz yastığı, elli dört adet yorgan ve çok sayıda değerli eşyanın nakli yapılmıştır.

Bu eşyalardan bazılar şunlardı: Yedi adet gümüş ve yaldızlı kahve takımı, on dört adet gümüş ve yaldızlı tatlı takımı, beş adet ikişer mumlu ve dörder köşeli büyük gümüş fener, bir adet küre şeklinde dört ayaklı ve kapaklı mangal (mangalın üzerinde kuş resmi vardır), bir adet dört tarafı camlı ve mücevherlerle süslenmiş çekmece saati, bir adet ortası çiçekli ve etrafı oymalı büyük gümüş sini, bir adet altın üzerine mineli tepeliği pırlanta ve zümrüt ile süslenmiş kapaklı tabak ve tatlı hokkası, bir adet Çanakkale işi musluklu güğüm, on adet mavi çay takımı, on iki adet yaldızlı ve kapaklarının mineleri kuşlu saksunya yemek takımı, dört adet etrafı pirinç çemberli, ayaklı, musluklu ve kapaklı büyük billur su küpü, iki adet limonküfü üzerine güllü ve kapaklı hoşaf kasesi, dört adet çekmeceli küçük ayna, bir adet küçük ayaklı masa, bir adet kenarı sedefli ve oymalı el aynası, bir adet üzeri sedef oymalı yazı çekmecesi, on adet pirinçten üretilen dört köşeli, ikişer mumlu cam fener, dört adet Kaşgar işi ipekli ve yünlü güzel halı, bir adet billur sehpa. İki adet demir kasa, on dört adet Paris işi büyük ayak halısı (bunlardan dördü göbekli ve güllü, dördü ortaları resimli, ikisi kenarları saçaklı ve güllü ve dördü de parça halinde).

Çırağanda kullanılan halıların Gördeste imal ettirilmesine karar verildiğinde yabancı şirket ve tüccarların bu işten pay alamamalarından dolayı telaşa kapılıp ihaleyi iptal ettirmek için asılsız iddialarla girişimlerde bulundukları belirtilmişti. Ancak yukarıda yer alan listeden anlaşıldığı üzere, bu gurupların baskısı sonucu, sarayda sadece Gördes mamulatı halılar kullanılmamış, yurtdışından da çeşitli cins ve ebatlarda halı alımı yapılmıştır.

Sarayın Yapımında Çalışan Sanatçı Ve Ustalar

Osmanlı Saray Mimarisi içerisinde özel bir yere sahip olan ve yapımına çok özen gösterilen bir sarayn ortaya çıkışında hiçbir şüphe yok ki devrin en önde gelen sanatçı ve ustaları çalışmıştı. Bu kişilerin seçiminde de oldukça titiz davranılmıştır.

Çırağan Sarayı inşatında çalışan usta ve sanatçılar hakkında, Hazine-i Hassa defterlerinde, bazı belge ve kaynaklarda çok ayrıntılı olmasa da önemli bilgilere rastlamaktayız.

Sarayın temel kazısı ve harfiyat işleri Lağımcı Osman Ağanın organizesinde gerçekleştirilmiştir. İnşaatta gerekli olan bütün demir işleri, Demirci Andranik ve ortağı Agop tarafından yapılmıştır. Çeşitli bölgelerden satın alınan ağaçların biçilip ahşap malzeme haline getirilerek kullanılmasını Bıçkıcı İbrahim Usta sağlıyordu. Sarayın deniz cephesinde yer alan 664 m. uzunluğundaki rıhtımın yapımı, Rıhtımcı Levona aitti. Temellerin sağlam bir şekilde araziye oturması ve aynı zamanda yapıların binlerce tonluk ağırlıklarıyla denize doğru kaymasını önleme amacıyla, sarayın hem kara tarafına hem de deniz tarafına meşe ağacından imal edilen kazıkların yere çakılması Bayburtlu Şaban ve ortakları Abdullah ile Evanis ustalar tarafından yapılmıştır.

Yapının en göz alıcı unsurlarından olan taş işçiliği, Taşçıbaşı Mustafa Efendinin idaresi altında gerçekleştirilmiştir. Triyeste ve küfeki taşından imal edilen saçakları, kornişleri, pencere alınlıkları ve abidevi saltanat kapıları, Hoca Nişan, Kiğork, Eras ve Kirkor adlı ustaların ürünüydü.

Çırağan Sarayının içini süsleyen nakış ve resimleri, Resimcibaşı Hacı Mıgırdiç Kalfa, duvar ve tavan bezemelerini Sapon Bezirciyan ve aynı zamanda ünlü tiyatro sanatçısı olan Ohannes Acemyan ile Tavit Tıryants yapmışlardır. Mıgırdiç Civanyanda dekoratör ve müzehhib olarak çalışmışlardı.

Sarayın ahşap bölümlerinin yapımı için Beşiktaş ta buhar ile çalışan bir atölye kurularak yönetimi Vortik Kemhaciyan Efendiye bırakılmıştı. Çırağanın paha biçilmez işlemeli, sedef kakmalı sanat mucizesi sayılan kapılarının bin altın değerinde olan her biri Kemhaciyanın elinden çıkmıştı.

Vortik Kemhaciyan, sarayın Doğramacıbaşısı olarak uzun süre hizmet etmiş biriydi. Kendisine başarılarından dolayı da 25 Ekim 1864te dördüncü rütbeden Mecidi Nişanı verilmiştir.

Sultan II. Abdülhamid döneminde bu sedef kakma kapılardan birkaç tanesi sökülüp inşa edilen Şale Köşkünde kullanılmıştır. Alman İmparatoru II. Wilhelm, II. Abdülhamidin konuğu olarak geldiği İstanbulda Şale Köşkünde misafir edilmişti. İmparator, Şalede gördüğü kapıları çok beğendiğinden kendisine bu kapılardan hediye edilir. O da bunları Almanyaya götürerek Berlin Müzesine yerleştirmiştir.

Vortik Kemhacıyan, sarayın içerisinde kullanılacak olan masa, koltuk ve benzeri mobilyaları da aynı atölyede imal etmiştir.
İtalyan dekoratör Marlo padişahın isteği ile sarayın tavanını süsleyen birçok resim yapmıştır.

Sarayın Yapımında Kullanılan Malzemelerin Temini Ve Orijinleri

Çırağan Sarayı yapımında kullanılan malzemeler oldukça değişik merkezlerden ve yörelerden temin edilmişti. Başlıca inşaat malzemeleri olan; taş, demir, kereste, tuğla, kireç ve sütunların gerek yurtiçinden ve gerekse yurtdışından yapılan alımlarında oldukça titiz ve dikkatli bir seçim sözkonusuydu. Alınan malzemelerle ilgili olarak, önce istenilen malın cinsini, ebatını ve özelliklerini taşıyan bir numune üzerinde açıklamalarda bulunulup, teslim edilecek bütün malların gösterilen numuneye harfiyyen uyması istenmekteydi.

Sarayın ana gövdesinde kullanılan taşların büyük çoğunluğu Şilede açılan küfeki ocaklarından sağlanmaktaydı. Şileden çıkarılan küfeki taşlarından başka en fazla kullanılan taş cinsleri Malta ve Triyeste taşları idi. Sarayın önünde yer alan rıhtımda tamamiyle Malta taşı kullanılmıştır. Saray içerisinde bulunan salonlarda ve bahçeye konulan arslan heykellerinin yapımında İtalyan Carrara mermerleri kullanılır.

Taş alımında inşaatın ilk dönemlerinde sarayın taşçı ustalarından Hoca Nişan görevlendirilmişti. Hoca Nişan, 13 Ocak 1864te, Şilede bulunan küfeki ocaklarından, Tüccar İsak aracılığı ile zira 40 kuruşa almak üzere 60.000 zira taş alımı yapmıştı. Tüccar İsak ile yapılan mukaveleye göre; 1864 Nisan ayından itibaren her ay 1.000 zira taş vererek altı ay zarfında bütün malı teslim edecekti. Nakliye masrafları hazineye ait olacak olan taşların numunesine uygun olmaması durumunda kabul olunmayacağı belirtilmekteydi.

Aynı yıl içerisinde, 7 Nisan 1864te Lio Calarie adlı bir tüccar ile yapılan anlaşmayla, Kasapçayırında bulunan ocaklardan çıkarılan küfeki taşından; uzunluğu 1 ziradan 3 ziraa, genişliği 18 parmaktan 1,5 ziraa ve kalınlığı 12 parmaktan 24 parmağa kadar ziraı 100 kuruşa taş alımı yapıldı. Yapılan anlaşmaya göre Nisan ayından itibaren her ay 500 ziradan az olmamak şartıyla teslimata başlanacaktı.

23 Mayıs 1864te yapılan bir başka mukaveleyle aynı tüccarın Şilede açılan ocaklarından çıkarmakta olduğu küfeki taşından 1864 Tamamı için linke tıklayın" href="http://ansiklopedi.bibilgi.com/Haziran">Haziran ayından başlamak üzere her ay 1500 zira taş alımı yapılmıştı. Alınan taşın zira 75 kuruştan olup, belirtilen miktarda taş her ay verilmez ise fiyatında yüzde beş indirim uygulanacaktı.

Lio Calarie ile yapılan bir mukavele de triyeste taşı ile ilgilidir. 11 Haziran 1864 tarihli anlaşmayla zira 175 kuruştan 4.000 zira triyeste taşı İstanbula getirilmiştir.

Sarayın içini süsleyecek olan yeşil somaki sütunlar, Egede bulunan Paros Adasından çıkarılmıştır. Sütunların alımı için Yunanlı tüccar Zigel ile iki kontrat yapılır. 21 Tamamı için linke tıklayın" href="http://ansiklopedi.bibilgi.com/Temmuz">Temmuz 1864 tarihli ilk mukavelenin hükmüne göre 10 ay zarfında 32 adet sütun teslim edilmesi gerekirken yalnızca iki adet sütun tesliminin gerçekleşmesi üzerine yapılan kontrat feshedilir. Ancak 1 Temmuz 1866da ikinci bir kontratla tanesi 1300 frank olmak üzere 10 adet yeşil somaki sütun satın alınıyordu. Sütunların boyu 5 arşın 6 parmak, alt başının kalınlığı 14.5 parmak ve üst başının kalınlığı 12 parmak olacaktı. Sütunlar gayet cilalı ve parçasız olacak, eğer cilası uygunsuz ve parçalı olur ise kabul olunmayacaktı. Bütün sütunlar 45 gün içerisinde teslim edilecek, bununla beraber sütunların teslim tarihinden itibaren on gün içerisinde ücretleri ödenemez ise aylık yüzde bir buçuk faiz uygulanacaktı. Daha sonraki tarihlerde de sarayda kullanılan bütün sütunlar aynı tüccardan temin edilir. İnşaatta kullanılan demirin büyük çoğunluğu İngiltereden getirilir. Osmanlı Devletinin Londra Konsolosu bu işi üstlenmişti. Ayrıca İstanbulda da Tüccar Raliden gerektiği zamanlarda demir alımı yapılmaktaydı.

Sarayda kullanılan keresteler, bina memuru Ahmed Rıfat Efendi tarafından Bolu, Sinop ve Viranşehir Sancaklarından temin ediliyordu. Yurtdışından da 15 Tamamı için linke tıklayın" href="http://ansiklopedi.bibilgi.com/Ağustos">Ağustos 1863te Avusturyalı Tüccar Kuntder ile Rus Tüccar Şariyovdan, Avusturya malı kereste alımı yapılmıştır.

Tuğla olarak, Çırağan Sarayı müteahhitlerinden Kirkor Ağa vasıtasıyla alınan Marsilya tuğlası kullanılmaktaydı. Ancak saray için özel olarak tuğla üretimi yapan ocaklar da vardı. Bunlar Hasköyde Kara Mehmed Ağa ve Toros Efendi ocaklarıydı. İnşaatta kullanılan kireçler, İstanbulda bulunan birçok kireç ocağından sağlanmaktaydı. Kireç ocaklarının daha çok Kuleli civarında yoğunlaştığı görülmektedir. Kulelide, Palabıyık Kirkor, Kocabaş Dimitri, Papasoğluyan, Hacı Hamparson, Anastasoğlu, Kasti, Hacı Simon ve Hristo adlı kişilerin kireç ocakları sarayın bu ihtiyacını karşılıyorlardı. Yine İstinyede de Kostaki ocağı kireç alınan merkezlerden biriydi.

Sarayın İnşaasıyla İlgili Yapılan Çalışmalar

Sultan Abdülaziz 1861de tahta çıktığında Çırağan Sarayı inşaatı kendisini beklemekteydi. Yeni Padişah saltanatının ilk yıllarında uyguladığı tasarruf tedbirlerini kısa süre sonra bir yana bırakarak 20 Ocak 1863 günü sarayın yapımını başlatır.

Sarayın mimarı Nikoğos Balyandır. Sultan Abdülmecid döneminde binanın yeniden inşaasıyla ile ilgili olarak yapılan çalışmalar esnasında kendisine bu görev verilmiş, O da Yeni Çırağan Sarayının planlarını hazırlamıştır. Fakat hem devletin içinde bulunduğu maddi darboğaz, hem de kendisinin 1858de ölümü üzerine hazırladığı planlar uygulanma fırsatı bulamaz. Ölümünden beş yıl sonra bu planları kardeşi Serkis Balyan kullanacaktır.

Yeni Çırağan Sarayının mimarı olarak birçok kaynakta Serkis Balyanın ismi geçmesine rağmen, saray ile ilgili olarak incelenen hiçbir belgede bu bilgiyi doğrulayacak açık bir kayda rastlanılmamıştır. Saray inşaatında görevli kalfalardan biri olarak görülen Serkis Bey, Kardeşi Agop Balyan ile birlikte sarayın müteahhitliğini de yapmıştır. Ancak Serkis Balyana saray inşaat alanında bir "resim odası" oluşturulmuştu. Bu oda için alınan malzemelerden anlaşıldığına göre (İngiliz ve Fransız kağıtları, resim kağıdı, metrelik kağıt, boya takımı, resim fırçası, kurşun kalem, cetvel tahtası ve gönye tahtası) burası Balyanın bazı detay plan çizimlerini yaptığı bir merkezdi. Ayrıca yine bu bölümde Osmanlı Mimarisinde bir gelenek olarak uygulanan, yapılacak olan binanın bir maketinin hazırlanması işi de Serkiz Bey tarafından gerçekleştirilmiş ve Çırağan Sarayının maketi hazırlanarak Sultan Abdülazizin beğenisine sunulmuştur.

İnşaat alanı içerisinde yer alan Beşiktaş Mevlevihanesi Fındıklıdaki Karacehennem İbrahim Paşa Konağına nakledilir. Mevlevihane buradan da önce Maçkaya ve daha sonra da Bahariyeye taşınır.

Sarayın yapımı için gerekli olan malzeme alımı ve ödemeleri; usta, sanaatkâr ve işçilerin ücret ve yevmiyelerinin kayıt ve kontrollarının yapılması konusunda oldukça detaylı bir teşkilatlanmaya gidilmiştir.

Saray inşaatında çalışan görevli memurların başında Ahmet Rıfat Efendi bulunmaktaydı. Onun denetimi altında Hafız Rıfat Efendi ve Samak Efendi olmak üzere iki kâtip, Kemal Ağa ve Esteban Efendi adında iki ambar memuru çalışmaktaydı. Ayrıca bütün malzeme alımlarını kontrol altında tutan Hasan Efendi, Samador ve Petrak Efendiler daimi olarak tetkikte bulunmaktaydılar. Geceleri saray inşaat alanını korumak üzere on yedi bekçi istihdam olunmuştu. Bütün harcamaları kayıt altına alan on sekiz kişilik mutemed kadrosu oluşturulmuştu. Çalışmalar sırasında meydana gelebilecek kaza ve yararlanmalara karşılık Cerrah Osman Ağa isminde bir doktor görevlendirilmişti. Perakende olarak yapılan malzeme alımlarını Pazarcı Hulusi Efendi ve ortağı Tevfik Efendi gerçekleştirmekteydiler.

Başlangıçta gerçekleştirilen bu düzenleme, saray inşaatı ilerlediğinde yapılan her bir birim için ayrı kâtipler, mutemetler ve gece bekçileri şekline dönüşür.

Yeni Çırağan Sarayının yapımı ile ilgili bilgiler dörder haftalık icmaller halinde hazine defterlerine kaydedilmekteydi. Malzeme alımlarıyla ilgili ayrıca kontrat defterleri oluşturulmuştu. Kontrat defterlerinde alınacak malzemenin bütün özellikleri sırasıyla sayılmakta ve bir numune üzerinde gösterilmekteydi. Teslim edilen malın gösterilen numunesine uygun olmaması ve belirtilen özelliklerde bulunmaması durumunda hiçbir ücretin ödenmeyeceği vurgulanmaktaydı. Ülke içerisinde uzak bölgelerden temin edilen kereste ve sair malzemenin hangi yollardan İstanbula taşınacağı ve gerekirse ulaşımda güçlük çekilen bölgelerde devlet tarafından acilen yol yapımı çalışmalarının başlatılacağı teminat altına alınmaktaydı. Ödemelerin ne şekilde yapılacağı, karşılıklı gecikme durumlarında uygulanacak faizin miktarı da yine aynı kontrat maddeleri arasında yer almaktaydı.

Ancak bu düzenlemelere rağmen, bazı kayıtların âdi kağıtlara yapıldığı görülmüştü. Bunun üzerine 19 Nisan 1865 tarihi bir duyuru ile bütün kayıtlarının özel olarak hazırlanmış evrak üzerinde tutulması ihtar edilerek alelâde kağıtlar üzerine yazılmış olan hesabın Hazine-i Hassa tarafından ödenmeyeceği ve bunu icra eden memurun cezaya uğrayarak, evraktaki miktarın iki katını ödemek zorunda kalacağı belirtiliyordu.

Yeni Çırağan Sarayı inşaasıyla birlikte birçok köşk ve kasrın da yapım veya onarımına başlanmıştır. Malta Kasrı, Kalender Kasrı, Tarabya Kasrı, Yeniköy Kasrı, Dolmabahçede Gümüşsuyu yakınında Konaklar ve Küçük Çekmecede iki kasrın inşaasına bu dönemde geçilir. Yıldız Kasrı ve Kâğıthane Kasrının da onarımları yapılmaktaydı. Beylerbeyi Sarayını yapımı da aynı anda sürdürülmekteydi. Bütün bu köşk ve kasırların inşaası için ve hatta Beylerbeyi Sarayı için Çırağana alınan malzemelerden kullanılıyordu.

Sarayın yapım çalışmaları, devletin içinde bulunduğu mali sıkıntılara rağmen bir an önce bitirilebilmesi yolunda ayırdığı kaynaklara ve gösterilen gayretin aksine oldukça uzar. 7 Şubat 1870de Harbiye Reisi Mahmud Paşa, sarayın kalfaları ve aynı zamanda müteahhitliğini yapmakta olan Serkiz ve Agop Balyan ile görüşerek gecikmeden dolayı devletin duyduğu sıkıntıyı ve zararı dile getirir ve kendilerine sarayın noksansız olarak bitirilmesi için aynı yılın Kasım ayına kadar süre tanınır. Ayrıca iki kardeşe 240.000 liralık son bir ödeme yapılarak, bundan başka herhangi bir para talebinde bulunmaması istenir. Alınan bu tedbirlere rağmen inşaat, öngörülen tarihten yaklaşık on ay sonra, 27 Eylül 1871de tamamlanabilmiştir.

Çırağan Saray Resimleri-3

Çırağan Sarayının Muhteşem görüntüleri

Çırağan Saray Resimleri

İstanbul Boğanının İncisi Çırağan Sarayının Muhteşem görüntüleri


Çırağan Sarayının Tarihçesi



16. yüzyılın ilk yarısında Çırağan Sarayı'nın yerinde Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşanın yalısı bulunuyormuş. 18.yy da IV. Murat burayı kızı Kaya Sultana hediye etmiş. III. Ahmet döneminin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yalının arsasını satın alarak eşi Fatma Sultan için ahşap bir yalı yaptırmış. Eğlenceye düşkün olan İbrahim Paşa yalının bahçesinde gece boyunca yanan çıralarla "çıra eğlenceleri" düzenler, bu eğlencelere padişah da davet edilirmiş. Yalı bu eğlenceler nedeniyle halk arasında "Çırağan" adıyla anılmaya başlamış.
Saray, Lale Devrinden sonra hükümdar ve sadrazamlar tarafından yazlık saray olarak kullanılırmış. I.Mahmut un ilk saltanat yıllarında dönemin sadrazamları burada Fransa ve Avusturya elçilerine ziyafetler vermişler.
Saray II. Mahmut döneminde de yazlık saray olarak kullanılmış. 1836 yılında sarayın yanında bulunan "Hanımkadın Mescidi" ve bir okul yıktırılarak alan genişletilmiş Garabed Balyana ahşap yapılar inşa ettirilmiş. Hünkar Dairesi olan merkez bölümün temeli kagir olarak attırılırken, dışarıdan 40 adet mermer sütun koydurulmuş.(Ekim 1843). Bu şekilde klasik bir görünüm kazanan yapı Osmanlı İmparatorluğunun en güzel sarayı olmuş. Dolmabahçe Sarayının tamamlandığı yıl Sultan Abdülmecid, sayfiye mevsiminden itibaren Çırağanı yazlık saray olarak kullanmış ve 1860 yılında daha sonra yeniden yaptırmak üzere Çırağan Sarayını yıktırıp bugünkü sarayın temelini attırmış. Ancak parasal sıkıntılar ve "Kuleli Olayı" yüzünden saray yapımı yarım kalmış. Yeni sarayın yapımı Abdülaziz döneminde tamamlanabilmiş (1863).
Sultan Abdülaziz, Agop Balyana kendi saltanatının bir anısı olarak Arap uslubu ile yeni bir saray yapımı için emir vermiş. Agop Bey, kusursuz bir eser yapabilmek için İspanyaya ve Afrikanın kuzey ülkelerine özel ressamlar göndererek orada bulunan ünlü binaların resimlerini çizdirmiş. Eski Çırağan Sarayının tahta binası yıkırılarak yerine yenisinin taştan temelleri konmuş. Sarayın paha biçilmez işlemeli kapıların bin altın değerinde olan her biri Vortik Kemhacıyan ın elinden çıkmış. Sultan II. Abdülhamit bu kapılardan birkaç tanesini onları çok beğenen dostu Almanya İmparatoru Kayzer Wilhelm II ye armağan etmiş. Wilhelm bu kapıları Berlin Müzesine yerleştirmiş. Dünyanın her yanından nadide mermer, porfir,sedef gibi maddeler getirtilerek sarayın yapımı için kullanılmış. Yalnız sahil inşaasında 400.000 Osmanlı lirası harcanmış.
Yapımına 1864 de başlanan Çırağan Sarayı 1870/71 de bitirilirken 5 milyon altın harcanmış. Son kez 1876 yılının Mart ayında buraya gelerek bir süre dinlenen Sultan Abdülaziz halk arasında mevlevihane'nin yıktırılarak saray arsasına katılmasını uğursuzluk getireceği gibi dedikodular çıkması üzerine Çırağanı terk ederek Dolmabahçe Sarayına yerleşmiş. Saray. 1876-1904 yılları arasında V. Murat ve ailesinin konutu olmuş. 1876 da deli olduğu ileri sürülen V. Murat bu sarayda tam 28 yıl hapis hayatı yaşamış.
14 Kasım 1909 da sarayın Milli Meclis binası olarak kullanılması için gerekli düzenlemeler yapılmış, ayrıca Yıldız Sarayının en değerli eşyaları ile II. Abdülhamidin Rembrandt, Ayvazovski gibi ressamların eserlerinden oluşan tablo kolleksiyonu da buraya taşınmış. Ancak çok parlak bir biçimde ikinci toplantı devresine giren Milli Meclis, daha sonraki toplantılarına burada devam edememiş. 20 Ocak 1910 günü, Milli Meclis salonunun üst bölümünde ve muhasebe dairesinin üstüne bakan bahçeye nazır çatı katındaki kalorifer bacasından çıkan bir yangınla, saray beş saat içinde kül olmuş. Bu sırada Mesudiye Zırhlısı, Römorkör kumpanyası nın itfaiye ekipleri ve Amerikan, Rus sefaretine ait yatlar yangını haber alır almaz sarayın önüne geldilerse de şiddetli esen lodosun da körüklediği alevler karşısında çaresiz kalmışlar. Yangında paha biçilmez değerdeki antika eşyalar, II. Abdülhamidin özel tablo kolleksiyonu, V. Murat ın özel kütüphanesi ve gizli belgeler, ilk Milli Meclis tutanakları kurtarılamayarak yanmış. Bu büyük yangından yalnızca bazı ufak taşınabilir eşyalar ve gümüş takımların bir kısmı alınabilmiş. Yukarıdaki metin Pars Tuğlacının "Osmanlı Mimarlığında Batılaşma Dönemi ve Balyan ailesi" adlı kitabından alınarak basın mensuplarının Çırağan Sarayı ile ilgili çalışmalarına ışık tutmak yardımcı olmak amacıyla. Yıllar sonra aynı yerde kurulan "Çırağan Palace Hotel Kempinski İstanbul" tarafından hazırlanmış.

Şimdi de sizleri yangından 76 yıl sonra 1986 yılında restorasyonuna başlanarak otel olan ve günümüzde bir çok devlet başkanını, ünlüyü ağılayıp, salonlarında uluslar arası konukların toplantılara ev sahipliği yapan sarayın yakın geçmişine gidecek, kapalı olduğu dönemini gözler önüne sererken nostaljik bir yolculuk yapacağız.

Yine sonu 6 ile biten bir yıl ama bu defa 1976 yılındayız. Çırağan Sarayı 100 yıla yakın bir süre unutulmuşluğun, ihmalin, ilgisizliğin bedelini öder gibi etrafı ve en çokcası kendisi harap, virane, dökülür durumda. İçeri girmek istemiyorsunuz, hem yürüyecek yer yok, hem de tehlikeli. Ayakta kalan sütunlar yılların tahribatıyla kararmış, üstelik zarar verilmiş, parçalanmış, duvarlar desteksiz yıkılacak gibi. Yangın geçiren binada olagelen çökmeler neticesinde merdiven hatta kat araları yok olmuş, nereye güveneceksiniz, nereye tutunacaksınız. Kalan ikinci katlara düğümlü halatla tırmanan bir takım sarhoşlar geceliyor, içiyorlar, saklanıyorlar falan filan, birde bunların tehlikeli köpekleri çevrede dolaşıyor. Bu şartlarda sarayın üst katlarına tırmanmış özellikle inanılmaz güzellikteki Türk Hamamının parçalanmış süslü mermerlerini gördüğümde hayretler içinde kalmış, içim acıyarak fotoğraflamıştım. (Gazetecilik içimde doğuştan var olsa gerek, niye çekmişim bilmiyorum, ama çekmişim işte). Sarayın içi ve deniz tarafı böyle. Sarayın yan tarafında yine deniz kenarında olup bugünkü Çırağan Otele ait yüzme havuzunun bulunduğu yerde, 100 üncü kuruluş yılını kutlayan Beşiktaş Futbol takımının antreman sahası var ki, bu toprak, kel saha yıllarca Beşiktaş'ın çalıştığı, aynı zamanda çok çekişmeli geçen yükselme grubu ve Türkiye ikinci lig maçlarının oynandığı stat olarak da hizmet vermiş. Bu sahada Hürriyet Gazetesi spor servisi adına en az 3-4 yıl hafta sonları ikinci lig maçlarını takip etmiştim Çırağan Sarayının stat ile cadde arasında kalan ve saray duvarına bitişik olan birde yüzme havuzu var. Belki de dünyada eşi benzeri bulunmayan bu havuz Çarşamba günleri sadece hanımların girişine serbest oluyor ve içeri erkek alınmıyor. Orkestra üyeleri arkadaşlarım, gişe görevlisi, büfeci, birde ben gazeteci sıfatıyla bulunuyoruz.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More