Boğazın İncisi Muhteşem Çırağan Sarayı

Sultan Abdülaziz tarafından Sarkis Balyan’a yaptırılan Çırağan Sarayı’nın yerinde, daha önceleri III. Selim’in 1800 yılların başında inşa ettirdiği, ahşap bir sahil köşkü vardı. Bu köşk yıkılarak; yerine meşhur Çırağan Sarayı yaptırılmış. Ayrıca; Çırağan Sarayı yapımı için Beşiktaş Mevlevihanesi de yıktırılmıştır. Saray mermerden olup, toplam mekân 80 bin metrekare kadar yüz ölçümüne yayılır. Saray’ın Ana binasının yanında, harem ve ağalar dairesi olarak üç bölüm vardır. Abdülaziz tahtan indirildikten bir süre sonra ailesi ile birlikte Saray’a hapsedilmiş ve bir sabah sarayda esrarengiz bir şekilde ölü bulunmuştur. V. Murat da tahtan indirildikten sonra ailesi ile birlikte 29 sene burada gözaltında tutulur. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Meclis Binası olarak da kullanılmıştır

Site İstanbulun İncisi Çırağan Sarayı Hakkında genel bilgiler içermektedir, Siteyi Hazırlayan Bolvadin Meslek Yüksek Okulu Öğrencilerinden Jale GÜLERYÜZ'dür, tük hakları saklıdır, izinsiz kopyalanması yasak ve telif hakkı saklıdır
Sarayın Tarihçesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sarayın Tarihçesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mart 2011 Cuma

Dolmabahçe, Çırağan, Ihlamur

Dolmabahçe Sarayı dış görünüşündeki zarafet ve Boğaziçi'nin kazandırdığı ihtişam dışında çağdaşı Avrupa sarayları ile mukayese edilemeyecek bir hacim ve tevazudadır. Bu saraydaki hayat da adeta Topkapı Sarayı'nın ananesini muhafaza etmiştir. Yani sıkışık bir düzen, disiplinli bir hayat hakimdir. Bilhassa Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz zamanlarındaki israf gürültüleri Sultan Abdülhamid devrinde adamakıllı tutumlu bir saray hayatına dönüşmüştür.
Çırağan Sarayı geçirdiği yangından sonra harabeye döndü ama daha beteri, hizmet verdiği I.Meclis-i Mebusan'ın faaliyeti ile ilgili bütün arşivi de kül oldu. Çırağan Sarayı meşum bir saraydır. İçindeki Feriye Karakolu bugün restoran olarak kullanılıyor. İntihar mı cinayet mi? Tartışmaları hala sürüyor.
Sultan Abdülmecid saltanatının yarısını muhtelif yerlerde yaşayarak geçirdi. Dolmabahçe Sarayı dışında, Ihlamur Kasrı gibi bir av köşkü, Haliç'i ve Marmara'yı seyretmek için Çarşamba'da Sultan Selim Camii yanındaki küçük köşk ve Topkapı Sarayı içindeki küçük Mecidiye Kasrı onun devrinde yapıldı. İstanbul'u seyretmeyi severdi. Bunlar bir imparatorluk için israf değildir. Almanya'daki küçük dükalıklarda bile daha fazlası yapılırdı.

Çırağan Sarayı Tarihçesi


Tarihin kapılarını araladığımızda, bugün çok azı ayakta kalabilmiş olan, efsane öyküleri ile karşılaşırız.
Bu efsanelerden, Osmanlı İmparatorluğu’nun muhteşem mirası Çırağan Sarayı gibi, hala ayakta kalabilmeyi başaranlar ’yaşayan efsane’ diye adlandırılmaktadır.

XVII. Yüzyıl’da Kazancıoğlu Bahçeleri
Çırağan’ın bugün Beşiktaş ve Ortaköy arasında bulunan yeri 17. yüzyılda Kazancıoğlu Bahçeleri diye bilinirdi.

III. Ahmet – Lale Devri (1718 - 1730)
Beşiktaş kıyılarını süsleyen denize nazır saraylar ve bahçeler ’Lale Devri’ diye bilinen ’Çiçek ve Müzik Aşkı’ döneminin en önemli simgelerinden sayılmıştır. Bu dönem, bir eğlence olduğu kadar bir kültür parlaklığı devriydi. Dönemin hükümdarı olan III. Ahmet buradaki mülkünü gözde Vezir-i Azam’ı İbrahim Paşa’ya hediye etmiş ve ilk yalıyı İbrahim Paşa yaptırmıştır.

İbrahim Paşa (1719)
İlk yalı 1719’da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından eşi Fatma Sultan (III. Ahmet’in kızı) için inşa ettirilmiştir. Kendisi burada Çırağan Şenlikleri denilen meş’ale şenliklerini düzenletmiştir. İşte bu olaylar dolayısıyla bu alan Farsça’da ışık anlamına gelen ’Çırağan’ ismiyle anılmaya başlanmıştır.

Sultan II. Mahmut (1834)
Sultan II. Mahmut 1834’te bu alanı yeniden yapılandırma kararı alır. Önce mevcut olan yalıyı yıktırır. Yapının etrafında bulunan okul ve camiyi ortadan kaldırılır ve mevlevihane yakında bulunan bir yalıya nakledilir. Yeni saray için büyük ölçüde ahşap kullanılır gibi görünmesine rağmen esas bölümün temelinin yapımında tamamen taş kullanılmıştır. 40 adet sütun dikilerek klasik bir görünüm verilmiştir.

Sultan Abdülmecid (1857)
Sultan Abdülaziz’in kardeşi olanSultan Abdülmecid 1857’de Sultan II. Mahmut’un yaptırdığı ilk sarayı yıktırmış, batı mimarisi tarzında bir saray yaptırmayı planlamış ancak 1861’te vefat ettiğinden ve parasal sıkıntılar yüzünden Saray yapımı yarım kalmıştır.

Sultan Abdülaziz (1871)
Sultan Abdülaziz, yeni sarayın inşaatını 1871’de tamamlatmış ancak stil olarak batı değil, doğu mimarisi seçilmiş ve Kuzey Afrika İslam Mimarisi uygulanmıştır. Sarayın müteahhitliğini Sarkis Balyan ve ortağı Narsisyan Kirkor yapmıştır. Eski Çırağan Sarayı’nın tahta binası yıkırılarak yerine yenisinin taştan temelleri konmuş. Sarayın paha biçilmez işlemeli kapılarından bin altın değerinde olan her biri Vortik Kemhacıyan’ın elinden çıkmış. Sultan II. Abdülhamit bu kapılardan bir tanesini onları çok beğenen dostu Almanya İmparatoru Kayzer Wilhelm II’ye armağan etmiş. Wilhelm bu kapıyı Berlin Müzesi’ne yerleştirmiş. Dünyanın her yanından nadide mermer, porfir, sedef gibi maddeler getirtilerek sarayın yapımı için kullanılmış. Yalnız sahil inşaasında 400.000 Osmanlı lirası harcanmış. Yapımına 1863’te başlanan Çırağan Sarayı 1871 de bitirilirken 2.5 milyon altın harcanmış. Son kez 1876 yılının Mart ayında buraya gelerek bir süre dinlenen Sultan Abdülaziz halk arasında mevlevihanenin yıktırılarak saray arsasına katılmasını uğursuzluk getireceği gibi dedikodular çıkması üzerine Çırağan Sarayı’nı terk ederek Dolmabahçe Sarayı’na yerleşmiştir.

Sultan V. Murat (1876’dan 1904’e Kadar)
Sultan Abdülaziz’in yeğeni olan Sultan V. Murat 30 Mayıs 1876’da padişah olmuş, 31 Ağustos 1876’da tahttan akli dengesini yitirdiği için indirilmiş ve bugün Beşiktaş Lisesi olarak kullanılan Harem binasına nakledilmiştir. 29 Ağustos 1904 tarihinde de bu ikametgahında vefat etmiştir. Kendisi bir sanatsever ve müzik tutkunuydu.

Parlamento Binası (1909) ve Yangın (1910)
14 Kasım 1909’da Çırağan Sarayı Parlamento Binası olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Bu dönemde sarayda II. Abdülhamid’in büyük sanat koleksiyonundan Rembrant ve Ayvazovsky’nin eserlerine yer verilmiştir. 20 Ocak 1910 yılında Milli Meclis Salonu’nun üst bölümünde  ve çatı katındaki kalorifer bacasından çıkan bir yangınla saray 5 saat içerisinde yanmıştır. Çok değerli antikalar, II. Abdülhamid’in özel koleksiyonu ve V. Murat’ın kütüphanesi yanarak kül olmuştur.

Saray Belediye’ye Bırakılıyor (1946)
1946 yılında Saray’ın bodrum katında bulunan mevlevi dervişlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilmiş aynı yıl içerisinde Saray çıkarılan bir kanunla İstanbul Belediyesi’ne bırakılmıştır.

Çırağan Sarayı Bahçesi Futbol Sahası (1968)
1930’da Saray’ın bahçesi, Beşiktaş Futbol Kulübü tarafından ulu ağaçları kesilerek futbol sahası haline getirilmiş daha sonradan da Prof. Bonatz ve ünlü Türk Mimarı Prof. Sedat Hakkı Eldem tarafından burada turistik bir otel yapılmak üzere tetkiklerde bulunulmuştur.

Yangından Sonraki İlk Restorasyon (1987)
1987 yılında otel olarak kullanılmak amacıyla Japon Kumagai Gumi ve Türk Yüksel İnşaat tarafından restorasyona başlanmış 1990 yılında otel 1992 yılında ise Saray hizmete açılmıştır.

Restorasyon Sonrasında Sarayın Açılışı (1992)
Uzun süren tasarım ve inşaat çalışmaları sonrasında Çırağan Sarayı Oteli 1990 yılında  açıldı. Tarihi Saray ise kapılarını 1992 yılında açtı. Bu büyük sarayın görkemli açılışı şanına ve eski görkemine yaraşır bir şekilde oldu. Saray’da bundan sonra yapılan rönovasyon ise 20 Nisan 2006’da bitirildi ve Saray süitleri tamamen yenilendi.

Çırağan Sarayı Rönovasyonu (2007)
Saray’da bulunan toplantı salonları ve açık alanlar rönovasyona tabii tutulmuş, saray aslına en yakın bir şekilde eski orijinal renklerine kavuşturulmuştur. Ayrıca teknik olarak da en son donanımlara kavuşturulmuş olan toplantı odalarının yanısıra Klasik Türk ve Osmanlı Mutfağı’nın incisi olan Tuğra Restaurant da tamamen yenilenmiştir.

Nevşehirli Damad İbrahim Paşa'nın Çırağan Yalısı

Çırağan SarayıÇırağan Sarayı'nın bulunduğu alan, Boğaziçi'nde bağ ve bahçelerinin güzellikleriyle tanınmış ve her dönemde padişahların, hanımsultanların, sadrazamların ilgi odağı olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında "Kazancıoğlu Bahçesi" ismi ile anılan bu yerde saltanata ait ilk yapı IV. Murad'ın kızı Kaya Sultan'ın yalısıdır. Bu dönemdeki yapı ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Kaya Sultan'ın ölümünden sonra (1659) III. Ahmed Devrine kadar özellikle IV. Mehmed ve II. Mustafa'nın uzun süreler Edirne'de oturumları İstanbul'un ihmaline sebep olmuştur. Birçok köşk ve kasrın harap olduğu bu süre içerisinde Kaya Sultan Yalısı'nın da aynı akibete uğradığı anlaşılıyor.

Lâle Devri'nin önde gelen devlet adamlarından Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan ile evlendiğinde, Kaya Sultan Yalısı'nın bulunduğu alanda yeni bir yalı yaptırır. 1719'da tamamlanan yapı Marmara Adası'nın en nadide mermerleri ile süslenmişti. İnşa çalışmaları sona ermesi üzerine Sultan III. Ahmed'in de katılımıyla sık sık gerçekleştirilen ziyafetler, düzenlenen eğlenceler ve geceleri yapılan "Çerağan Safaları" nedeniyle yapı "Çerağan Yalısı" adıyla anılmağa başlanır.
1 Temmuz 1731 tarihli deftere göre Damad İbrahim Paşa'nın yaptırmış olduğu yalı küçük bir saray niteliği taşımaktaydı. Topkapı Sarayı teşkilat yapısı içerisinde yer alan unsurların birçoğu bu yalıda da bulunmaktaydı. Padişahın vaktinin büyük bir kısmını burada geçirmesi böyle bir yapılanmaya gidişte en önemli etken olmuştur.
1741 yılında Çırağan Yalısı'nın Beşiktaş Mevlevi-hanesi'ne bakan mahalli ve büyük Camlı Köşkü'nün Mimarbaşı Mustafa Efendi tarafından tamiratı gerçekleştirilir. Bu tamirattan sonra yapı uzun süre bakımsız kalmıştır.

Sarayın Yanışından Sonraki Gelişmeler



Çırağan Sarayının 19 Ocak 1910da yanması üzerine büyük bir hızla yayılan haber bütün yurtta üzüntüyle karşılanmıştı. Olaya devrin basını da geniş yer ayırır. Sarayın yeniden inşa edilmesi için bazı kaza ve vilayetlerde yardım kampanyaları dahi açılır. Bunlardan Basra Vilayeti ve Düzce Belediyesince gönderilen yardımlar, ilk anda böyle bir onarımın düşünülmemesi nedeniyle Donanma-i Osmani ianesine nakledilir.

Sarayın yanışı sonrasında, yeniden onarılması gibi bir düşüncenin olmamasının yanında, bir müddet enkazıyla ilgili olarak hiçbir faaliyette de bulunulmamıştı. Koca saray dolandırıcıların ve hırsızların insafına bırakılır. Birçok değerli eşyanın yanmasıyla birlikte, altın gümüş gibi madenlerin büyük çoğunluğu erimiş halde enkaz içerisinde bulunmaktaydı. Hiçbir koruma önlemi alınmayan sarayın, geceleri içine girilip değerli madenleri çalınmaktaydı. Bu durum sarayın yanışından ancak dört ay sonra farkedilir ve Dahiliye Nezaretinin uyarısıyla Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti tarafından, deniz ve kara yönlerine birer nöbetçi konmak suretiyle korumaya alınır (22 Mayıs 1910).

Bu olaylardan bir müddet sonra, sarayın yeniden meclis binası haline getirilip getirilemeyeceği konusunda araştırma yapmak üzere bir komisyon kurulmasına karar verildi (26 Temmuz 1910). Oluşturulan komisyonda, Nafia Müdürü Franklia Efendi, Şehremaneti mühendislerinden Terziyan Efendi, Emanet-i Müşarunileyha Mühendisi Mösyö Orbek, Mösyö Valuri ve Mimar Kemal Bey yer alıyordu. Heyetten, sarayın duvarlarının sağlamlığı ve yeniden yapılabilmesi için ne kadar masrafa ihtiyaç duyulacağı hakkında bir rapor isteniyordu.

Çırağan Sarayının onarımı için komisyon oluşturulduğu gün ayrıca, Kumkapıda gümüş arayıcısı esnafından Yusuf Ziya ve ortaklarıyla da bir anlaşma yapılmıştı (26 Temmuz 1910). Yusuf Ziya ve ortakları, Çırağan Sarayı enkazında altın, gümüş, bakır, kurşun vs. araması yapacaklar ve çıkardıkları malın % 20den %24e kadar olan miktarı kendilerine verilecekti. Ayrıca arama işlemini de tayin olunacak bir memurun denetimi altında yapacaklardı.

Keşif komisyonunun çalışması sonucu oluşturulan raporda, sarayın yeniden yapımı için 400.000 liraya ihtiyaç olduğu, yalnız duvarlarının tamiriyle yapının koruma altına alınabilmesi için de 1.050 lira gerektiği belirtiliyordu (24 Kasım 1910). Keşif bedelinin yüksek oluşu nedeniyle, saray içerisinde Yusuf Ziya ve ortaklarının işleri bitinceye kadar beklenip daha sonra duvarları tamir edilerek binanın üzerinin kapatılıp korunmasına karar verilir. Çırağan Sarayı inşa edilirken, Sultan Abdülaziz tarafından İtalyada Carraradan getirtilen mermerlerle yaptırılan ve sarayın bahçesine konan iki arslan heykeli, sarayın yanışından sonra yakınında bulunan Jandarma müfrezesi tarafından koruma altına alınmıştı. Heykeller 17 Temmuz 1911de alınan bir kararla Dolmabahçe Sarayı bahçesine gönderilir. Bu arslan heykelleri halen Dolmabahçe Sarayında bulunmaktadırlar.

Çırağan Sarayının muhafazasıyla görevli olan Beşiktaş Jandarma karakolunun mevcudunun azalması üzerine sarayın korunmasında sorunlar çıkmaya başlar. 1912 yılı başlarında Çırağan Sarayının hemen bitişiğinde bulunan Küçük Zabit İbtidai Mektebi öğrencilerinin sarayın kapılarını kırarak içeri girip eşyaları aldıkları ve bahçede bulunan ağaçlardan söküp götürdükleri tesbit edilmişti (16 Mart 1912). Jandarma Takım Komutanlığının okul müdüriyetine yaptığı şikayet üzerine verilen cevapta; okul öğrencilerinin eğitim ve öğretimle meşgul oldukları belirtilerek, aksine bahsi geçen fiillerin sarayı muhafaza ile memur jandarmalar tarafından yapıldığı belirtiliyordu. Bu olanlar üzerine İstanbul Valiliği tarafından, Dahiliye Nezaretine yazılan bir raporla, Çırağan Sarayının gerek jandarma ve gerekse orada bulunan Küçük Zabıt İbtidai Mektebi idarecilerince muhafaza edilemiyeceğinin anlaşıldığı belirtilmiş ve sarayın muhafazasının hangi kuruma ait olacağı konusunda bilgi istenmişti (11 Mayıs 1912). Bu başvuru üzerine konuyu ele alan Dahiliye Nezareti de sarayın, Hazine-i Hassaya mı, yoksa Maliye Nezaretine mi ait olduğu konusunda bir türlü karar verememişti (19 Mayıs 1912). Ancak, 9 Haziran 1912 tarihli bir bildiriyle saray içerisinde 24 Kasım 1910 tarihinden itibaren değerli madenlerin arayıcılığını yapmakta olan Yusuf Ziya ve ortaklarının işlerinin bitiminden sonra bir karara varılabileceği belirtiliyordu.

13 Nisan 1914te Meclis-i Vükela kararıyla, sarayın enkaz ve arsasının Hazine-i Hassaya ait olduğu Maliye Nezaretine bildirilir. 1. Dünya Savaşı sonunda, İstanbulun işgal altında bulunduğu dönem içerisinde, Çırağan Sarayı harabeleri "Bizo Kışlası" ismiyle bir Fransız istihkam kıtası tarafından kullanılır.

Cumhuriyetin ilanından sonra 4 Mart 1924te Halifeliğin kaldırılmasıyla, İstanbulda Osmanlı Hanedanına ait köşk ve kasırlarda büyük bir yağma yaşanır. Hanedanın üç gün içerisinde boşalttığı bu köşk ve kasırların birçok eşyası tedbirsizlik yüzünden yağmalanmış ve meydanlarda haraç-mezat satılmışlardı. Çırağan Sarayı binaları da bu yağmadan nasibini alır. Çünkü Sarayın yalnızca Mabeyn Dairesi yandığı için Harem ve Ağavat Daireleri saltanat mensupları tarafından kullanılmaktaydı.

1930larda sarayın bahçesi, Beşiktaş Futbol kulübü tarafından ulu ağaçları kesilerek futbol sahası haline getirilir. II. Dünya harbi sıralarında turistik bir otel yapılması etrafında Prof. Bonatz ve Sedat Hakkı Eldem tarafından tetkiklerde bulunulur. Daha sonraları da Çırağanın Deniz Müzesine tahsisi ve zemin katında tarihi kadırgalar ile saltanat kayıklarının teşhiri, birinci katının bir balkon haline getirilmesi, son katın da müze salonlarına ayrılması düşünülmüş fakat gerçekleştirilememiştir.

1946 yılında, sarayın bodrum katında bulunan mevlevi postnişinlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilir. Aynı yıl içerisinde saray, çıkarılan bir kanunla İstanbul Belediyesine bırakılır. 1987 yılında, otel olarak kullanılmak amacıyla yabancı bir şirket tarafından restorasyonuna başlanır. Ayrıca sarayın bahçesine de modern bloklar oturtulur. 1992 yılında hizmete açılan saray , halen bu işlevine devam etmektedir.

Çırağan Sarayının Kullanıma Başlanması

Çırağan Sarayı inşaatının 27 Eylül 1871de tamamlanması üzerine, Sultan Abdülaziz gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra 1872 yılı mayıs ayı başlarında yeni sarayına yerleşir. Saray inşaat alanında geriye kalan malzemelerin Ortaköyde Fatma Sultan için yapılmakta olan binada kullanılmasına karar verilir (6 Ağustos 1872).

Sultan Abdülaziz, yapımında hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayan ve hazineye oldukça pahalıya mal olan Çırağan Sarayında çok uzun süre oturmadı. Sarayı ilk ziyaretinde üst kat salonunda parkeden ayağı kayıp düşmesi, halk arasında, mevlevihanenin yıktırılarak saray arasına katılmasının padişaha uğursuzluk getirdiği gibi dedikoduların çıkmasına yol açmıştı. Sarayın bir türlü ısıtılamaması da Sultanın yeniden Dolmabahçe Sarayına dönmesine sebep oldu. Ancak Haremin bir kısmı sarayda oturmaya devam etmişti. Sultan Abdülaziz son kez 1876 yılının 11 Martında buraya gelerek bir süre ikâmet etti.

30 Mayıs 1876da tahttan indirilen Sultan Abdülaziz Dolmabahçe Sarayından, Topkapı Sarayına gönderildi. Burada kendisine amcası III. Selimin dairesinin ayrılmış olduğunu görünce oldukça üzüldü. Üstelik dairede oturacak yer de yoktu. Kendisinin ve çocuklarının o sırada yağan yağmurdan sırılsıklam olmuş bir halde ortada kalması eski hükümdarı büsbütün incitmişti. Bir müddet sonra hazırlanan odaya geçince de Sultan V. Murada bir mektup yazarak kendi isteğiyle Çırağan Sarayının üst tarafında , karakolhaneye bitişik feriyye dairelerinden birine yerleştirildi (1 Haziran 1876). Fakat 4 Haziran 1876 günü odasında bilek damarları kesilmiş halde bulundu.

Sultan Abdülazizin naaşı, yan tarafta bulunan karakolhanenin kahve ocağına taşında ve bir ot yatağının üzerine yatırılıp üzerine bir perde örtüldü. İstanbulda bulunan elçilik hekimlerinin de katıldığı ondokuz kişiden kurulu doktorlar heyetinin Sultan Abdülazizi muayene ederek bir rapor hazırlaması kararlaştırıldı. Ancak Marko Paşa başta olmak üzere bazı doktorlar, eski hükümdarın naaşının karakolda bulunduğu durumdan üzüntü duyarak, muayeneye fiilen katılmadılar. Yüzeysel bir muayeneden sonra Sultan Azizin bir makasla intihar ettiğine karar verildi. Raporun hazırlanmasından sonra, Sultan Abdülazizin naaşı Topkapı Sarayına nakledilerek burada yıkandı ve babası II. Mahmudun Divanyolundaki türbesine defnedildi.

Sultan II. Abdülhamidin saltanatı döneminde, Sultan Abdülazizin öldürüldüğüne dair bazı söylentilerin ortaya çıkması üzerine bir mahkeme heyeti oluşturuldu (30 Mayıs 1881). Onun halinde ve halinden önce hizmetinde bulunanlar ve dönemin devlet adamları teker teker sorguya çekildiler.

Sonuçta Sultan Abdülazizin öldürüldüğüne karar verildi. Mahkeme kararına göre Pehlivan Mustafa, Hacı Mehmed ve Cezayirli Mustafa ile Mabeynci Fahri Bey bilfiil taammüden öldürme olayına katıldıklarından dolayı; Midhat, Mahmud, Nuri Paşalarla, Binbaşı Necib ve Binbaşı Namık Paşazade Ali Beyler de suç ortağı sayıldıklarından idama mahkum oldular. Daha sonra idam cezaları ömür boyu hapse çevrildi. Mahkumların cezalarını Taifte çekmelerine karar verildi.

Sultan Abdülazizin halinden sonra tahta çıkan Sultan V. Muradın (30 Mayıs 1876) saltanatı uzun sürmedi ve akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle 31 Ağustos 1876da tahttan indirilerek Çırağan Sarayına gönderilir. Artık Sultan V. Murad için Çırağanda yirmi sekiz yıllık bir hapis hayatı başlıyordu.

Sultan II. Abdülhamid tahta çıktığında kısa bir süre Dolmabahçe Sarayında oturdu. Bu süre zarfında Çırağan Sarayında bulunan bir kısım eşya Dolmabahçe Sarayına nakledildi (25 Ekim 1876). Ancak II.Abdülhamid kendisinin de Sultan V. Murad gibi saltanattan uzaklaştırılabileceği endişesiyle Dolmabahçe Sarayından ayrılarak daha güvenli olan Yıldız Sarayını kullanmağa başladı.

20 Mayıs 1878de Sultan V. Muradı tekrar tahta çıkarmak amacıyla Ali Suavi ve etrafına topladığı yüzü aşkın Rumeli göçmeni tarafından Çırağan Sarayına bir baskın düzenlendi. Ali Suavi ve arkadaşları sarayın muhafızlarını etkisiz hale getirdikten sonra ikinci kattaki Sultan V. Muradın dairesine girdiler. Daha önceden haberli olduğu için giyinmiş vaziyette bekleyen V. Muradı saraydan çıkarmaya çalışırlarken olayı haber alan Beşiktaş Karakolu muhafızı Hasan Ağa (Yedi sekiz Hasan Paşa) bir grup askerle sarayı kuşattı. Çıkan çarpışmada Ali Suavi ve yirmi üç adamı ölmüş, bir kısmı yakalanmış, gerisi de kaçmayı başarmışlardı. Sultan V. Murad bu olay karşısında heyecana kapılarak kendisini hazine dairesine atmış ve kapıyı da arkasından kilitlemişti. Olayın bastırılmasından sonra V. Murad bir müddet Malta Köşkünde göz hapsinde tutuldu. Ancak bir süre sonra tekrar Çırağana nakledildi.

Ali Suavi vakasından sonra dışarıyla tamamen irtibatı kesilen eski hükümdar, daha sonraları Beşiktaş Ortaokulu olarak kullanılacak olan binada oturmaya başlamıştır. Sultan II. Abdulhamid, V. Muradın yeniden kaçırılma teşebbüslerine karşılık oldukça sıkı tedbirler aldırmıştı. Sarayın muhafız sayısı arttırıldığı gibi, kara ve deniz tarafından hiç kimse yanına dahi yaklaştırılmıyordu. Adeta bir yasak bölge ilan edilmişti. Saraya günde üç öğün yemek getiren tablakarlardan başkası giremiyordu. Sarayın arkasında yer alan Beşiktaş-Ortaköy caddesini kullananlar duraklamadan, etrafa bakınmadan ve kimseyle konuşmadan buradan hızlı adımlarla geçmek zorundaydılar. Sarayda bulunan V. Murad ve aile fertlerinin her ne sebepten olursa olsun, dışarı çıkmaları yasaklanmıştı.

Çırağan sarayı, siyasi koşullar nedeniyle, Sultan V. Muradın ölümüne değin (1904), ilgisizlik ve bakımsızlıktan oldukça harap bir duruma gelmişti. Sarayın tamir ve onarımı gereken yerlerine çok acil bir durum olmadıktan sonra herhangi bir müdahelede bulunulmamaktaydı. Bu dönemde birkaç köşk ilgisizlikten dolayı yıkılıp ortadan kaldırılmıştı. Genel olarak bütün köşk ve kasırların tamir ve bakımıyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda Çırağan Sarayı hakkında ya padişahın özel izni gereğince müdahalede bulunabiliyor veya hiç bahsi dahi geçmiyordu.

1881 yılı Ağustos ayı içerisinde Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa tarafından padişaha sunulan bir raporda; saray ve kasırların uzun zamandan beri gerekli tamirlerin yapılmamasından dolayı harabiyete yüz tuttukları ve dört-beş milyon lira sarfıyla meydana gelmiş olan bu saray ve kasırların bir kış daha böyle bakımsız bırakılır ise bu kadar masrafla meydana getirilen binaların büsbütün harap olacağı ve ileride yapılacak tamiratlarında oldukça büyük masraflara yol açacağı belirtiliyordu. Bu amaçla Sermimar-ı Devlet Serkiz Bey, Vasilaki Kalfa, Sabık Erkan-ı Harbiye Reisi Mahmut Mesud Paşa ve Hazine-i Hassa Heyet İdaresinde oluşturulan bir komisyonla bütün saray ve kasırların muayene edilerek keşiflerinin yapılmasına karar verildi. Bu iş için Hazine-i Hassadan kırk sekiz bin lira ayrılmıştı. Ancak bu kadar teferruatlı bir incelemede Çırağan Sarayı ayrı tutulmuş ve oluşturulan komisyona Çırağan Sarayında herhangi bir işlemde bulunmaması belirtilmişti (19 Ağustos 1881).

1891 yılında da yine saray ve kasırları koruma altına almak amacıyla bir talimat layihası hazırlanmıştı. Buna göre saray ve kasırlar ehemmiyetlerine göre üç kısma ayrılıyorlardı. Yıldız Mabeyn, Yıldız Bendegân, Ayazağa Kasrı, Maslak Kasrı, Nisbetiye Kasrı, Nişantaşındaki Taş Konak birinci kısımda; Dolmabahçe Sarayı, Harem ve Efendiler Daireleri, Hırka-i Saadet ve Emanet-i Mahsusa Daireleri, Koşu Çağlayan Kasrı ve Miriahur Kasrı ikinci kısımda yer alırken üçüncü kısımda da; Beylerbeyi Sarayı, Kalender Kasrı, Beykoz Kasrı, Tokat Kasrı, Küçüksu Kasrı, Hekimpaşa Kasrı ve Alemdağı Kasrı bulunuyordu. Hazine-i Hassada görevli kalfa ve mühendislerden birer kalfa ve mühendise bu binalar taksim olunacak ve hemen hemen her ay keşif ve muayenede bulunulacaktı (Ekim 1891).

Çırağan Sarayı bu dönemde de yine ihmal edilmişti. İsimleri belirtilen köşk ve kasırların dışında kalan diğer binaların tamir ve keşiflerinin padişahın iznine tabi olacağı belirtilerek, Çırağan Sarayı ile ilgili herhangi bir kontrol işleminin ancak padişahın oluru ve denetiminde yapılabileceği vurgulanıyordu.

Gümüşsuyu Hastahanesinin yeterli büyüklükte olmaması nedeniyle 12 Kasım 1880 tarihinde Çırağan Sarayı Paşa Dairesinin bir müddet hastahane olarak kullanılmasına karar verilmişti.

Çırağan Sarayı binalarından kuşhane olup daha sonra karakolhaneye çevrilerek Kılıç Ali Karakolu ismini alan yapının 27 Nisan 1883te dokuz bin yüz altmış üç kuruş masrafla tamiri yapıldı.

7 Aralık 1886da Çırağan Sarayı Ağalar Dairesi ile Bekçi Koğuşunun, Çadır Kasrı Bekçibaşısı Ali Rıza Efendi tarafından yapılan başvuru ile keşfi yapılarak on üç bin kuruş harcanarak tamiri yapıldı.

1888 yılı Ocak ayı başlarında çıkan bir fırtınadan sarayın rıhtımları ve bazı bölümleri büyük hasar görmüştü. Deniz kenarında bulunan köşk yıkılmak üzereydi. Gerekli tamiratın yapılması için Dikran ve Ohannes Kalfalar ile Hazine-i Hassa Mühendislerinden Safvet Salih Efendi tarafından 2 Ocak 1888de ilk keşfi yapıldı. Aynı heyet tarafından 23 Şubat 1888de ikinci bir keşif daha yapılarak onarımına başlandı. Sarayın çatılarında bulunan arızalı kurşunlar çıkarılarak yenileri konuldu. Mabeyn saltanat kapısı üzeri akmakta olduğundan mermer olukları ve kurşunların tamir edildi. Harap olan köşkün yıkılarak, çok kıymetli mermer sütunlarının da dikkatlice indirilip, sağlam bir yerde muhafazasına karar verildi. Sed duvarları üzerinde bulunan parmaklıklar yenilendi. Rıhtımda triyeste döşemeli mahallerin oynamış olan taşlarının noksanları giderildi. Paşa Dairesi önünde bulunan rıhtım fesh edilerek yerine yenisi yapıldı. Deniz kenarında bulunan ve yıkılmasına kara verilen köşkün önündeki rıhtım da harap olduğundan bunun da tamiri yapıldı. Bütün tamirat ve onarımlar için toplam 658.644 kuruş harcanmıştır.

İstanbulda, şehrin gaz ile aydınlatılması hususunda, "İstanbul Şehrini Tenvir Şirketi" adı altında kurulmuş ve belli bir müddet bu imtiyazı elinde bulundurma iznini almış olan kuruluşla, sarayların aydınlatılması konusunda bir anlaşma yapılır (8 Ağustos 1891).

Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa ile Almanya Devleti tebasından ve İstanbul Şehrini Tenvir Şirketi Meclisi İdare Azası ve vekili Mösyö Frans Simon arasında yapılan anlaşmaya göre; hazinece ücretsiz olarak verilecek bir arazi üzerine Mösyö Simon tarafından Saray-ı Hümayunlar ile ek binalarına ait olmak üzere bir gazhane inşa edilecekti. Bu gazhaneden Yıldız Sarayı, Beşiktaş Sarayı, Çırağan Sarayı, Nüzhetiye Kasrı, Hamadiye, Orhaniye, Valide ve Mecidiye Camii Şerifleri ve Şazeli Dergahı ile bunların civarındaki askeri kışla ve karakolların Feriyye Daireleri ile Yıldız ve Dolmabahçede bulunan Istabl-ı Amireler ve mutfakların içinde ve dışında bulunan fener ve kandillerin şirketin imtiyaz süresi müddetince ücretsiz olarak aydınlatılması karara bağlanmıştı.

Sultan V. Muradın 29 Ağustos 1904te vefatından hemen sonra , çok zaruri hallerden başka hiçbir ilgi gösterilmemiş ve bakımsızlığa terkedilmiş olan Çırağan Sarayında büyük bir onarım faaliyeti içerisine girilir.

Fransanın İstanbul Büyükelçiliği Mimarı Antoine Perpiqnani, Sultan II. Abdülhamid tarafından görevlendirilerek, Tüfengi Tahir Paşa ve Mabeyn-i Hümayun Müdür-i Sanisi İzzet Bey ile birlikte 22-25 Mart 1905 günleri arasında, Çırağan Sarayını baştan aşağı tetkik ve kontrol ederek genel olarak planlarını çizip bir rapor hazırlar.

Antoine Perpiqnani raporunda, sarayın acilen tamir edilmesi gerektiği ve hatta iki yıl daha böyle bırakılacak olur ise tamirinin mümkün olamayacağını belirtiyordu.

Mabeyn, Yatak ve Valide Dairelerinden oluşan asıl saray binasının, bodrum katından en üst katına kadar tamamiyle tamire ihtiyacı vardı. Bunun nedeni de , sarayın inşaasında çatısına kaplanmış olan kurşunların, sonradan yapılan tamiratlar esnasında kaldırılarak yerlerine konulan galvanizli oluklu saçların bir müddet sonra çürümeleri ve dereler ile boruların yağmur sularını taşıyamayacak derecede dar ve kötü bir şekilde yapılmış bulunmasından dolayı suların uzun müddet bina içerisine akması olmuştu. Bu nedenle önce çatıya eskiden olduğu gibi kurşun kaplanmasına, mevcut dere ve boruların daha genişletilmesine ve ikinci katın hemen bütün tavanlarının akan sulardan dolayı harap olmuş parkelerinin, rutubetten bozulmuş bazı duvar nakışlarının, kapıları ile pencerelerinin dışarıda bulunan dört Marmara merdiveni sahanlıklarının, dahili merdivenlerinin, hamamlarının ve Ortaköy yönünde göçük derecesine gelmiş olan iki büyük mermer döşemeli saltanat holünün tamirine karar verilir. Tahmini olarak 13.192 lira harcama yapılması gerekiyordu.

Sarayın Harem Dairesi de , çatının bozukluğu nedeniyle harap bir duruma gelmişti. Bunun da ikinci katının bazı nakışlarının, abdesthane döşemelerinin, kapı ve pencerelerinin, hamam ve müştemilatının tamirine ve bodrum katının tamamen çürümüş olan döşemelerinin yenilenmesini istenir. Cephesinin tamiriyle korkuluklarına kurşun kaplatılmasına ve arka tarafta bulunan avluda mevcut hamamın müştemilatıyla birlikte çatı, sıva, kapı ve pencerelerinin ve holde hademeye ait üç dairenin tamirine toplam 6.180 lira keşif bedeli konmuştu.

Ağalar Dairesinin harap olmasının nedeni de diğer iki dairede olduğu gibi çatısının bozukluğuydu. İkinci katının çatısı ile tavanının, diğer katların döşemelerinin tamiriyle, tamir edilemeyecek durumda olan kapı ve pencerelerinin yenilenmesi, yağlı boya ve badanasının yapılması için 4.800 lira öngörülmüştü.

Sarayın Mabeyn Dairesi arkasında, sed duvarlarının Ortaköy Caddesi üzerinde bulunan köprüyle birleştiği noktada "Çini Köşkü" ismiyle anılan bir köşk yer almaktaydı. Bu köşk tamir edilemeyecek derecede harap olduğundan yıkılarak, çok güzel ve parlak olan çinilerinin dikkatlice sökülerek temizlenip sandıklara konulması uygun görülür. Bu işlem için yaklaşık 204 lira gerekmekteydi. Çıkarılan çinilerden en adi bir numunesinin çizimi yapılarak padişaha sunulmuştur.

Saray-ı Hümayunun kısmen taştan ve kısmen demir parmaklıktan ibaret olan muhafaza duvarlarının taş kısmı cüzi tamire ve dökmelerin üzerindeki boya ve pasların kazınarak temizlenip yeniden yağlı boya ile boyanmaya ihtiyacı vardı. Deniz tarafındaki rıhtım üzerinde yer alan üstü parmaklıklı muhafaza duvarları, Marsilya taşından inşa olunmuş olup, içerden ve dışardan bir takım silmelerle süslenmiş olmasına rağmen zamanla bozulmuş olan bu süslemelerin yenilenmesine ve duvarın iç kısmında bulunan Mermer Köşkün içerisinden yıkılmış olması dolayısıyla, deniz tarafında mevcut her biri ikiyüz lira kıymetinde olan ondokuz adet büyük sütun ve on adet küçük sütununun başka bir binada kullanılmak üzere kaldırılması için 2.870 liraya ihtiyaç duyulmaktaydı.

Sarayın rıhtımı sağlam olmasına rağmen üzerinde bulunan mermer döşemeler tamamen bozulmuş ve adeta ağaç gibi eğilip kabarmış olduğundan, rıhtım tamiri için de 4.150 lira gerekiyordu.

Ağalar Dairesinin Beşiktaş yönündeki limanının taş ve yosunlardan temizlenmesi için yaklaşık 320 lira, bahçedeki havuzların tamiri için de 140 lira harcanacaktı.

Saltanat kapılarının mermerlerinin temizlenerek demir dökme kapılarının boyalarının yenilenmesi için 1.205 lira ve toplam olarak Çırağan Sarayının bütün müştemilatıyla birlikte yapılacak masraf 36.367 lira olarak belirlenmişti.

Antoine Perpiqnani tarafından yapılan keşiften sonra, sarayın acil olarak tamir edilmesi ihtiyacı yönetim tarafından kabul edilerek gerekli kaynak arayışı içerisine girildi. Bunun için Hazine-i Hassa Nazırı Ohannes Efendi, diğer masraflardan kesilerek, haftada 500 lira kadar bir paranın Çırağan Sarayı tamiratı için ayrıldığını belirtiyordu (28 Haziran 1905).

Yapılan tamirattan bir müddet sonra, sarayın bazı bölümlerinde iç döşemeyle ilgili olarak çalışmalara başlandı. Harem Dairesinde onüç oda ve bir sofa Hereke Fabrikası mamulatından kumaş ve halılarla döşendi. Mobilya ve diğer eşyaları yeniden imal edilerek dairenin alt ve üst katlarında bulunan bütün oda ve sofalar ile merdivenlerine hasır serildi. Mabeyn Dairesine yüzaltmış bir adet şemsiye asımı ile birlikte toplam olarak 82.061 kuruş harcama yapıldı (2 Eylül 1807).

Sultan II. Abdülhamid döneminde Çırağan Sarayı ile ilgili olarak yapılan son tamirat çalışması 15 Mart 1908 tarihli Paşa Dairesinin cephe sıvalarının yenilenmesi olmuştur.

Sarayın İnşaasıyla İlgili Yapılan Çalışmalar

Sultan Abdülaziz 1861de tahta çıktığında Çırağan Sarayı inşaatı kendisini beklemekteydi. Yeni Padişah saltanatının ilk yıllarında uyguladığı tasarruf tedbirlerini kısa süre sonra bir yana bırakarak 20 Ocak 1863 günü sarayın yapımını başlatır.

Sarayın mimarı Nikoğos Balyandır. Sultan Abdülmecid döneminde binanın yeniden inşaasıyla ile ilgili olarak yapılan çalışmalar esnasında kendisine bu görev verilmiş, O da Yeni Çırağan Sarayının planlarını hazırlamıştır. Fakat hem devletin içinde bulunduğu maddi darboğaz, hem de kendisinin 1858de ölümü üzerine hazırladığı planlar uygulanma fırsatı bulamaz. Ölümünden beş yıl sonra bu planları kardeşi Serkis Balyan kullanacaktır.

Yeni Çırağan Sarayının mimarı olarak birçok kaynakta Serkis Balyanın ismi geçmesine rağmen, saray ile ilgili olarak incelenen hiçbir belgede bu bilgiyi doğrulayacak açık bir kayda rastlanılmamıştır. Saray inşaatında görevli kalfalardan biri olarak görülen Serkis Bey, Kardeşi Agop Balyan ile birlikte sarayın müteahhitliğini de yapmıştır. Ancak Serkis Balyana saray inşaat alanında bir "resim odası" oluşturulmuştu. Bu oda için alınan malzemelerden anlaşıldığına göre (İngiliz ve Fransız kağıtları, resim kağıdı, metrelik kağıt, boya takımı, resim fırçası, kurşun kalem, cetvel tahtası ve gönye tahtası) burası Balyanın bazı detay plan çizimlerini yaptığı bir merkezdi. Ayrıca yine bu bölümde Osmanlı Mimarisinde bir gelenek olarak uygulanan, yapılacak olan binanın bir maketinin hazırlanması işi de Serkiz Bey tarafından gerçekleştirilmiş ve Çırağan Sarayının maketi hazırlanarak Sultan Abdülazizin beğenisine sunulmuştur.

İnşaat alanı içerisinde yer alan Beşiktaş Mevlevihanesi Fındıklıdaki Karacehennem İbrahim Paşa Konağına nakledilir. Mevlevihane buradan da önce Maçkaya ve daha sonra da Bahariyeye taşınır.

Sarayın yapımı için gerekli olan malzeme alımı ve ödemeleri; usta, sanaatkâr ve işçilerin ücret ve yevmiyelerinin kayıt ve kontrollarının yapılması konusunda oldukça detaylı bir teşkilatlanmaya gidilmiştir.

Saray inşaatında çalışan görevli memurların başında Ahmet Rıfat Efendi bulunmaktaydı. Onun denetimi altında Hafız Rıfat Efendi ve Samak Efendi olmak üzere iki kâtip, Kemal Ağa ve Esteban Efendi adında iki ambar memuru çalışmaktaydı. Ayrıca bütün malzeme alımlarını kontrol altında tutan Hasan Efendi, Samador ve Petrak Efendiler daimi olarak tetkikte bulunmaktaydılar. Geceleri saray inşaat alanını korumak üzere on yedi bekçi istihdam olunmuştu. Bütün harcamaları kayıt altına alan on sekiz kişilik mutemed kadrosu oluşturulmuştu. Çalışmalar sırasında meydana gelebilecek kaza ve yararlanmalara karşılık Cerrah Osman Ağa isminde bir doktor görevlendirilmişti. Perakende olarak yapılan malzeme alımlarını Pazarcı Hulusi Efendi ve ortağı Tevfik Efendi gerçekleştirmekteydiler.

Başlangıçta gerçekleştirilen bu düzenleme, saray inşaatı ilerlediğinde yapılan her bir birim için ayrı kâtipler, mutemetler ve gece bekçileri şekline dönüşür.

Yeni Çırağan Sarayının yapımı ile ilgili bilgiler dörder haftalık icmaller halinde hazine defterlerine kaydedilmekteydi. Malzeme alımlarıyla ilgili ayrıca kontrat defterleri oluşturulmuştu. Kontrat defterlerinde alınacak malzemenin bütün özellikleri sırasıyla sayılmakta ve bir numune üzerinde gösterilmekteydi. Teslim edilen malın gösterilen numunesine uygun olmaması ve belirtilen özelliklerde bulunmaması durumunda hiçbir ücretin ödenmeyeceği vurgulanmaktaydı. Ülke içerisinde uzak bölgelerden temin edilen kereste ve sair malzemenin hangi yollardan İstanbula taşınacağı ve gerekirse ulaşımda güçlük çekilen bölgelerde devlet tarafından acilen yol yapımı çalışmalarının başlatılacağı teminat altına alınmaktaydı. Ödemelerin ne şekilde yapılacağı, karşılıklı gecikme durumlarında uygulanacak faizin miktarı da yine aynı kontrat maddeleri arasında yer almaktaydı.

Ancak bu düzenlemelere rağmen, bazı kayıtların âdi kağıtlara yapıldığı görülmüştü. Bunun üzerine 19 Nisan 1865 tarihi bir duyuru ile bütün kayıtlarının özel olarak hazırlanmış evrak üzerinde tutulması ihtar edilerek alelâde kağıtlar üzerine yazılmış olan hesabın Hazine-i Hassa tarafından ödenmeyeceği ve bunu icra eden memurun cezaya uğrayarak, evraktaki miktarın iki katını ödemek zorunda kalacağı belirtiliyordu.

Yeni Çırağan Sarayı inşaasıyla birlikte birçok köşk ve kasrın da yapım veya onarımına başlanmıştır. Malta Kasrı, Kalender Kasrı, Tarabya Kasrı, Yeniköy Kasrı, Dolmabahçede Gümüşsuyu yakınında Konaklar ve Küçük Çekmecede iki kasrın inşaasına bu dönemde geçilir. Yıldız Kasrı ve Kâğıthane Kasrının da onarımları yapılmaktaydı. Beylerbeyi Sarayını yapımı da aynı anda sürdürülmekteydi. Bütün bu köşk ve kasırların inşaası için ve hatta Beylerbeyi Sarayı için Çırağana alınan malzemelerden kullanılıyordu.

Sarayın yapım çalışmaları, devletin içinde bulunduğu mali sıkıntılara rağmen bir an önce bitirilebilmesi yolunda ayırdığı kaynaklara ve gösterilen gayretin aksine oldukça uzar. 7 Şubat 1870de Harbiye Reisi Mahmud Paşa, sarayın kalfaları ve aynı zamanda müteahhitliğini yapmakta olan Serkiz ve Agop Balyan ile görüşerek gecikmeden dolayı devletin duyduğu sıkıntıyı ve zararı dile getirir ve kendilerine sarayın noksansız olarak bitirilmesi için aynı yılın Kasım ayına kadar süre tanınır. Ayrıca iki kardeşe 240.000 liralık son bir ödeme yapılarak, bundan başka herhangi bir para talebinde bulunmaması istenir. Alınan bu tedbirlere rağmen inşaat, öngörülen tarihten yaklaşık on ay sonra, 27 Eylül 1871de tamamlanabilmiştir.

Çırağan Sarayının Tarihçesi



16. yüzyılın ilk yarısında Çırağan Sarayı'nın yerinde Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşanın yalısı bulunuyormuş. 18.yy da IV. Murat burayı kızı Kaya Sultana hediye etmiş. III. Ahmet döneminin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yalının arsasını satın alarak eşi Fatma Sultan için ahşap bir yalı yaptırmış. Eğlenceye düşkün olan İbrahim Paşa yalının bahçesinde gece boyunca yanan çıralarla "çıra eğlenceleri" düzenler, bu eğlencelere padişah da davet edilirmiş. Yalı bu eğlenceler nedeniyle halk arasında "Çırağan" adıyla anılmaya başlamış.
Saray, Lale Devrinden sonra hükümdar ve sadrazamlar tarafından yazlık saray olarak kullanılırmış. I.Mahmut un ilk saltanat yıllarında dönemin sadrazamları burada Fransa ve Avusturya elçilerine ziyafetler vermişler.
Saray II. Mahmut döneminde de yazlık saray olarak kullanılmış. 1836 yılında sarayın yanında bulunan "Hanımkadın Mescidi" ve bir okul yıktırılarak alan genişletilmiş Garabed Balyana ahşap yapılar inşa ettirilmiş. Hünkar Dairesi olan merkez bölümün temeli kagir olarak attırılırken, dışarıdan 40 adet mermer sütun koydurulmuş.(Ekim 1843). Bu şekilde klasik bir görünüm kazanan yapı Osmanlı İmparatorluğunun en güzel sarayı olmuş. Dolmabahçe Sarayının tamamlandığı yıl Sultan Abdülmecid, sayfiye mevsiminden itibaren Çırağanı yazlık saray olarak kullanmış ve 1860 yılında daha sonra yeniden yaptırmak üzere Çırağan Sarayını yıktırıp bugünkü sarayın temelini attırmış. Ancak parasal sıkıntılar ve "Kuleli Olayı" yüzünden saray yapımı yarım kalmış. Yeni sarayın yapımı Abdülaziz döneminde tamamlanabilmiş (1863).
Sultan Abdülaziz, Agop Balyana kendi saltanatının bir anısı olarak Arap uslubu ile yeni bir saray yapımı için emir vermiş. Agop Bey, kusursuz bir eser yapabilmek için İspanyaya ve Afrikanın kuzey ülkelerine özel ressamlar göndererek orada bulunan ünlü binaların resimlerini çizdirmiş. Eski Çırağan Sarayının tahta binası yıkırılarak yerine yenisinin taştan temelleri konmuş. Sarayın paha biçilmez işlemeli kapıların bin altın değerinde olan her biri Vortik Kemhacıyan ın elinden çıkmış. Sultan II. Abdülhamit bu kapılardan birkaç tanesini onları çok beğenen dostu Almanya İmparatoru Kayzer Wilhelm II ye armağan etmiş. Wilhelm bu kapıları Berlin Müzesine yerleştirmiş. Dünyanın her yanından nadide mermer, porfir,sedef gibi maddeler getirtilerek sarayın yapımı için kullanılmış. Yalnız sahil inşaasında 400.000 Osmanlı lirası harcanmış.
Yapımına 1864 de başlanan Çırağan Sarayı 1870/71 de bitirilirken 5 milyon altın harcanmış. Son kez 1876 yılının Mart ayında buraya gelerek bir süre dinlenen Sultan Abdülaziz halk arasında mevlevihane'nin yıktırılarak saray arsasına katılmasını uğursuzluk getireceği gibi dedikodular çıkması üzerine Çırağanı terk ederek Dolmabahçe Sarayına yerleşmiş. Saray. 1876-1904 yılları arasında V. Murat ve ailesinin konutu olmuş. 1876 da deli olduğu ileri sürülen V. Murat bu sarayda tam 28 yıl hapis hayatı yaşamış.
14 Kasım 1909 da sarayın Milli Meclis binası olarak kullanılması için gerekli düzenlemeler yapılmış, ayrıca Yıldız Sarayının en değerli eşyaları ile II. Abdülhamidin Rembrandt, Ayvazovski gibi ressamların eserlerinden oluşan tablo kolleksiyonu da buraya taşınmış. Ancak çok parlak bir biçimde ikinci toplantı devresine giren Milli Meclis, daha sonraki toplantılarına burada devam edememiş. 20 Ocak 1910 günü, Milli Meclis salonunun üst bölümünde ve muhasebe dairesinin üstüne bakan bahçeye nazır çatı katındaki kalorifer bacasından çıkan bir yangınla, saray beş saat içinde kül olmuş. Bu sırada Mesudiye Zırhlısı, Römorkör kumpanyası nın itfaiye ekipleri ve Amerikan, Rus sefaretine ait yatlar yangını haber alır almaz sarayın önüne geldilerse de şiddetli esen lodosun da körüklediği alevler karşısında çaresiz kalmışlar. Yangında paha biçilmez değerdeki antika eşyalar, II. Abdülhamidin özel tablo kolleksiyonu, V. Murat ın özel kütüphanesi ve gizli belgeler, ilk Milli Meclis tutanakları kurtarılamayarak yanmış. Bu büyük yangından yalnızca bazı ufak taşınabilir eşyalar ve gümüş takımların bir kısmı alınabilmiş. Yukarıdaki metin Pars Tuğlacının "Osmanlı Mimarlığında Batılaşma Dönemi ve Balyan ailesi" adlı kitabından alınarak basın mensuplarının Çırağan Sarayı ile ilgili çalışmalarına ışık tutmak yardımcı olmak amacıyla. Yıllar sonra aynı yerde kurulan "Çırağan Palace Hotel Kempinski İstanbul" tarafından hazırlanmış.

Şimdi de sizleri yangından 76 yıl sonra 1986 yılında restorasyonuna başlanarak otel olan ve günümüzde bir çok devlet başkanını, ünlüyü ağılayıp, salonlarında uluslar arası konukların toplantılara ev sahipliği yapan sarayın yakın geçmişine gidecek, kapalı olduğu dönemini gözler önüne sererken nostaljik bir yolculuk yapacağız.

Yine sonu 6 ile biten bir yıl ama bu defa 1976 yılındayız. Çırağan Sarayı 100 yıla yakın bir süre unutulmuşluğun, ihmalin, ilgisizliğin bedelini öder gibi etrafı ve en çokcası kendisi harap, virane, dökülür durumda. İçeri girmek istemiyorsunuz, hem yürüyecek yer yok, hem de tehlikeli. Ayakta kalan sütunlar yılların tahribatıyla kararmış, üstelik zarar verilmiş, parçalanmış, duvarlar desteksiz yıkılacak gibi. Yangın geçiren binada olagelen çökmeler neticesinde merdiven hatta kat araları yok olmuş, nereye güveneceksiniz, nereye tutunacaksınız. Kalan ikinci katlara düğümlü halatla tırmanan bir takım sarhoşlar geceliyor, içiyorlar, saklanıyorlar falan filan, birde bunların tehlikeli köpekleri çevrede dolaşıyor. Bu şartlarda sarayın üst katlarına tırmanmış özellikle inanılmaz güzellikteki Türk Hamamının parçalanmış süslü mermerlerini gördüğümde hayretler içinde kalmış, içim acıyarak fotoğraflamıştım. (Gazetecilik içimde doğuştan var olsa gerek, niye çekmişim bilmiyorum, ama çekmişim işte). Sarayın içi ve deniz tarafı böyle. Sarayın yan tarafında yine deniz kenarında olup bugünkü Çırağan Otele ait yüzme havuzunun bulunduğu yerde, 100 üncü kuruluş yılını kutlayan Beşiktaş Futbol takımının antreman sahası var ki, bu toprak, kel saha yıllarca Beşiktaş'ın çalıştığı, aynı zamanda çok çekişmeli geçen yükselme grubu ve Türkiye ikinci lig maçlarının oynandığı stat olarak da hizmet vermiş. Bu sahada Hürriyet Gazetesi spor servisi adına en az 3-4 yıl hafta sonları ikinci lig maçlarını takip etmiştim Çırağan Sarayının stat ile cadde arasında kalan ve saray duvarına bitişik olan birde yüzme havuzu var. Belki de dünyada eşi benzeri bulunmayan bu havuz Çarşamba günleri sadece hanımların girişine serbest oluyor ve içeri erkek alınmıyor. Orkestra üyeleri arkadaşlarım, gişe görevlisi, büfeci, birde ben gazeteci sıfatıyla bulunuyoruz.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More